Geçen yıl mıydı, yoksa ondan önceki yıl mıydı, şimdi tam çıkaramıyorum, haklarını sarı siyahlı Beykoz'a devrettiğini anımsıyorum. İşin aslını haftaya kadar öğrenirim, çünkü şimdi yağmur indi inecek gibi, en iyisi mi ıslanmadan Zeytinlik'e koşturayım, Mazhar Fuat Özkan'ın çok sevdiğim bir şarkısını mâziye yağmurluk yaparak.
Sanırım '93 yılıydı, bizim "Stüdyo İmge" mahfiline son katılan isimlerden biri olan Suat Bilgi "Çalıntı" dergisini çıkarıyor, Cankurtaran'da Erol Taş'ın kahvehânesine yakın yıkık dökük bahçeli bir evdeyse kirâda oturuyordu. O yıllarda Çemberlitaş'ta çalıştığımdan öğlenleri bir saatliğine Suat'a inebiliyordum, eşim Bahar'ın halasının evinin arkasındaki daracık sokaktan geçince iki dakika sonra Suat'taydım. Halil Turhanlı da Çanakkale'den İstanbul'a geldiğinde onda kalmaya başladığından çok keyifli sohbetlerimiz oluyordu.
İlkbaharın sonlarıydı veya yazın başlarıydı, Erol Taş'ın kahvehânesinin önündeki seyyar köfteciden yarım ekmek arası köfte yaptırıp, Suat'ın zilini çalmıştım. Kapı açıldığındaysa, korkup bir adım geri çekildiğimi dünmüş gibi anımsıyorum, Suat sanki öbür dünyaya gidip gelmiş birine benziyordu, sol gözü mosmordu, dudaklarıysa patlayıp şişmişti. Ne olduğunu sordum, aklıma nedense ilk trafik kazası gelmişti, meğerse değilmiş, köpeğiyle Galata Köprüsü'nün üstünde yürürken, ipi kırık biri durup dururken bizimkini yamultmuş. Suat bitirim biri değildi, bunu çakozlayan haplanmış hırt herif sadece onun saçlı sakallı tipini beğenmediğini bahane ederek eğlence maksadıyla Suat'ın tepesine çökmüş. Oturduğumuzdaysa, "Aslında ona kızmıyorum, anneme ve babama kızıyorum, serseri olmayayım diye beni sokağa çıkartmadılar, bu yüzden de kavga etmeyi, kendimi korumayı öğrenemedim!" dediği aklımda, acı bir itiraf olduğundan söylediklerini hiç unutmadım, o gün sadece Suat değil, kendisini insan sanan siyah beyaz tırsak köpeği de fecî hırpalanmıştı.
Suat, mahalle kültüründen Bâb-ı Âli'ye gelmemişti, hakiki bir münevver olan ağabeyi Süleyman Bilgi'nin etkisiyle edebiyata ve müziğe sarıp "Stüdyo İmge" mahfiline girmişti. Onun evinde Halil Turhanlı ile maçları konuştuğumuz çok olmuştur, ancak Suat ile futbol konuşup konuşmadığımız hiç aklımda kalmamış, liglerimizden bir takımı tutar mıydı veya maçlara gider miydi, inanın bilmiyorum. Suat'ın bir bahtsızlığı da sağ sol çatışmasına çocukluğunda yakalanmasıydı, ilk çatışmalar başladığında bizler artık yirmili yaşlarımızdaydık, gizli servislerde hazırlanan Soğuk Savaş projelerinin '57'lileri mahallelerden alıp, doğrudan kavganın içine nasıl soktuğunu bilenleriniz elbette vardır. Bırakın adam dövmeyi, çocukluklarımızı ve ilk gençliklerimizi çalan '74 ile '80 arasında binlerce yaşıtımız öldürülmüştü. Uğur Mumcu defalarca uyarmasına rağmen, maalesef aynı seri numaralı tabancayla sabah bir sağcının, öğleden sonraysa bir solcunun öldürülmesininin nedenlerine kafa yormamıştık, ancak kendimizi korumada epeyce piştiğimizi söyleyebilirim. Bu yüzden Suat benim kuşağımdan olsaydı asla öyle dayak yemezdi diye düşünüyorum.
'90'lar çok geride kaldı, mahalleler neredeyse yok oldu. Ana babalara çocuklarını sokağa salmadıkları için kızıyorum da, sokaklara varoşlardan çeteler inmişken, ailelerin çocuklarını sitelere kapatmasını da anlayabiliyorum. Bu çocuk çeteleri öyle böyle değil, bir kere hepsi haplanmış, çocuklukmuş, futbolmuş, arkadaşlıkmış, hiçbirinin farkında değiller, hepsi de musalla taşından kalkmışlar gibi dolaşıyorlar, ceplerindeki kelebek bıçaklarıysa yegâne oyuncakları. Onları, on yıl kadar önce Bağcılar'da arabesk rap müziği yapan "Heijan" çok güzel anlatıyordu, hadi gelin, ucundan dinleyelim. "Bonzai bom, geldi tripler / Kafam bir ton, farklı düşüşler / Baba bana ne oldu, ben adımı unuttum / Kimsiniz ulan, kayboldum / Neresi burası, yeter yoruldum / Tek bir kapakla Hakk'a kavuştum". Uyuşturucu kullanımının ve çeteleşmenin on bir yaşın altına düştüğünü Emniyet'in raporlarından okumuştum, çocuklar eninde sonunda birbirlerinin kopyası olurlar, sokaklarda top oynayan çocukların seslerinin artık duyulmaması biraz da işte bu hakikat yüzündendir, tehlikeyi fark eden ana babalar çocuklarını sitelere kapatıyorlar. Mahallelerin ve top sahalarının yaşamlarımızdan kaybolmasına ise, devletimiz mutlaka beka sorunu olarak bakmalıdır, aksi takdirde ülkemiz yarınlarını kaybedecek.
İçiniz karardı değil mi, gelin sizi Cankurtaran'dan otuz iki yıl sonraki Beyoğlu'na çıkarayım, çünkü Bayram'ın Yeri'nde Bener Dortunç, Naci Çelik Berksoy, Besim Dalgıç, Erdinç Ötgen, Ahmet Zeki Pamuk, Adnan İslamoğulları, Göktürk Ömer Çakır, Ali Aktan ve Erdem Beliğ Zaman beni bekliyorlar. Ben, Naci Çelik Berksoy, Ahmet Zeki Pamuk ve Erdem Beliğ Zaman sıkı Fenerliyiz. Arnavutlar galiba hep Beşiktaşlı oluyor, alın size iki Arnavut, Besim Dalgıç ve Adnan İslamoğulları, Besim'in dediğine göre Bener ağabey de Erdinç de Beşiktaşlıymış. Ali Aktan Galatasaraylı, Göktürk Ömer Çakır Trabzonsporlu, Oğuzhan Murat Öztürk ağzına aslan sütünün katresini sürmediğinden Bayram'ın Yeri'ne pek uğramaz ama Ötüken mahfilindeki asıl Trabzonsporlu odur.
Ötüken'deki Çarşamba mahfilimizin felsefecileriyle başlayayım. Senail Özkan Galatasaraylı, Murat Kaymaz mutlaka bir kıllık yapacak ya, size futbolu ve futbolcuları sevmediğini söyleyecektir, inanmayın, Beşiktaşlıdır. Gökhan Yılmaz ise Trabzonsporlu. Melih Yıldız da Atilla Alp Bölükbaşı da öyle. Ertuğrul Alpay Beşiktaşlı, Nazmi Cumik ve Raşit Ulaş Galatasaraylı, Hasan Erimez ve Mustafa Bozkurt Fenerbahçeli. Aramızdan bir kütüphâneci Ramazan Minder'in futbolla ilgisi yok, soranlara da Siirt Köy Hizmetleri'ni tutuyorum diyor, ancak öyle bir takımın olup olmadığını bilmiyor. Oysa, doğru söylüyor, Siirtspor'un eski ismi Siirt Köy Hizmetleri Spor'du, ondan önceki ismiyse Siirt Yol Su Elektrik Spor'du.
Bayram'ın Yeri'ndeki masamızı Cuma mahfilinin devâmı olarak düşünler varsa da, yanıldıklarını söyleyeyim. Cuma mahfilinden Cevat Çapan, Turhan Günay, Fatin Hazinedar ve Hakan Savlı birkaç yıldır Todori'de toplanıyorlar. Besim'e sordum, Todori'den Cevat Çapan'ın Beşiktaşlı, Turhan Günay'ın Galatasaraylı ve Hakan Savlı'nın da Fenerbahçeli olduğunu söyledi. Fatin Hazinedar'ın Galatasaraylı olduğunuysa kendisinden öğrenmiştim.
Bu mahfilleri boşuna zikretmedim, ismi geçenler artık yaşını başını almış kuşaklardan, bizlerin çocukluklarında ve gençliklerinde uyuşturucular da çeteler de yoktu, yoldan çıkanlar en fazla kabadayı olabiliyordu, ama bağlı bahçeli mahallelerimiz, İnönü veya Mithatpaşa Stadyumu'ndan futbol maçlarımız, Sadri Alışık'ı ve İzzet Günay'ı arkadaşlarımız yapan yazlık sinemalarımız, radyolarımızda Zeki Müren'in şarkıları, siyasetimizde Süleyman Demirel'in Bossalino marka siyah fötr şapkası ve Bülent Ecevit'in Sümerbank kesimi mavi gömleği, isimlerini en yakın arkadaşlarımızdan bile sakladığımız komşu kızlardan sevgililerimiz, misafir için alınan Yeni Harman, Bafra, Bahar, Boğaziçi, Kulüp, Gelincik, Yenice veya Samsun paketlerinden aşırılan sigaralarımız, salaş meyhânelerin tereklerinde bülbülağzı, leylekboynu, cur'adan, bâde ve yüksük cinsi kadehlerimiz ve sobalarımızın önlerindeki minderlerde uyuyan kedilerimiz vardı. Bizler mâzîyi İbrahim Sadri'nin "Kuş Hatıraları" şiiri gibi yaşamıştık.