İmtihanımız: Sınavlar
Talebin çok arzın az olduğu durumlarda bir seçimin olması kaçınılmazdır. Seçimin kriterleri ise arz talep dengesine göre şekillenir. Talep ne kadar çoksa seçimin kriterinin de o oranda artması gerekir. Bu kuram her ne kadar Sosyalist olan Karl Marx'ın emek değer teoremi olarak kabul görse de mevcut Kapitalist sistemin en çok başvurduğu yöntemlerden biridir. Arzın kıymeti talebin oranına göre belirlenir. Sadece ekonomide kullanılması düşünülen bir teori olsa da mevcut sistem içerisinde hayatın her alanında kullanılmaya müsait bir teoremdir.
Peki, bu teoremin yazımızın başlığı ile ne alakası var diye sorabilirsiniz. Malumunuz olduğu üzere geçtiğimiz iki hafta sonu çocuklarımız için bir bakıma sınav haftasıydı. Ortaokulu bitirip liseye geçecek öğrenciler için Liseye Geçiş Sistemi (LGS) Sınavı, liseyi bitirip üniversiteye yerleşmek isteyen öğrenciler için ise Yüksek Öğretin Kurumlarına Giriş Sınavları (YKS) yapıldı. Bir milyona yakın çocuğumuz LGS Sınavında, iki buçuk milyonun üzerinde genç ise YKS'de ter döktü.
LGS Sınavı, her şehrin 8. Sınıfından mezun olan öğrencilerin yaklaşık yüzde onluk bir kısmı için proje okullarında belirtilen kontenjanlara yerleşebilmek için ter döken çocuklarımızın henüz 13-14'lü yaşlarında karşılaştıkları ilk ciddi sınavdır. Milli Eğitim Bakanlığı her ne kadar öğrencileri yarıştırmak ve onların birbirlerine karşı üstünlük kurmalarını istemese de veliler çocuklarının en iyisi olmasını, iyi bir liseye yerleşip oradan da iyi bir üniversiteyi kazanabilmeleri için en az çocukları kadar yoruluyorlar. Bakanlık okullarda kaynak kitap alımı ve deneme sınavını öğrenciler için olumsuz bir gelişim olarak gördüğü için yasaklamış olsa da veliler, özel dersinden tutun da sınav merkezine hatta etüt merkezine çocuklarını göndermekten geri durmuyor. Bu da yetmiyor çocuğunun başarısı için Bakanlığın gönderdiği ders kitaplarının yanında her türlü kaynak kitabı da alıyor. Bununla beraber sınav yılı olarak nitelendirilen 8. Sınıf senesinde evde adeta olağanüstü hal ilan ediyor.
Milli Eğitim Bakanlığının proje okulları için belirlediği kontenjan sınırlı ve bunun için de bir seçimin yapıyor olması velileri ister istemez bu tür tedbirleri almaya zorluyor. Her ne kadar o yıl sınava girecek öğrencilerin ortalama yüzde onluk kesimi kadar bir kontenjan belirlenmiş olsa da veli için işin asıl boyutu çocuğunun Fen Lisesi yahut bu lise ayarında bir okula yerleşmesi umududur. Bu da öğrencinin tahmini yüzde üçlük bir dilime girmesini zorunlu kılıyor. Yani bir öğrencinin akademik anlamda başarılı sayılabilmesi için yüz kişi içerisinde ilk üçe girme zorunluluğu gibi bir algı mevcuttur. Arz az talep çok olunca da ister istemez sınavın seçici ve zor olması kaçınılmaz oluyor. İyilerin içinde en iyisini seçmek gerekiyor. Bu da ister istemez sınavın zorluğunu arttırıyor.
Kimse yoğurdum ekşi diyemediği için bu yarıştan geri durmak istemiyor. Hepinizin duyduğu o klasik cümleyi sarf ediyor: "Aslında benim çocuğum zeki, istese 500 tam puan alır ama çalışmıyor." Evet, sihirli cümle "Zeki, ama çalışmıyor." Arz talep dengesinin temelini oluşturan emek değer teorisindeki temel kavram: "Çalışmak!" Çalışmanın olmadığı yerde başarıdan söz etmek imkânsıza yakın bir durumdur. Ama bizim burada üzerinde duracağımız ana konu çalışma faktörü yerine sınavların seçiciliği ve zorluğu olacağı için bu konuyu başka bir yazının konusu olacak şekilde şimdilik rafa kaldırıyorum.
Yaklaşık on beş yıllık süre zarfında Milli Eğitim Bakanlığı Ortaokuldan Liseye geçiş sistemi için SBS, OKS, TEOG sınavlarını denedi. Bunlarda başarılı olup olmadıkları konusunu bir tarafa bırakarak 2018 yılından itibaren mevcut haliyle uygulanagelen LGS sınavına bakalım. Önceki senelerde sınavın seçici ve belirleyiciliği ile ilgili temel anlamda kolay olduğu için sorun yaşandığı iddia edildiği için olsa gerek Bakanlık bu yıl bu Sınavı biraz daha zorlaştırdı diye düşünüyorum.
Daha önce tüm dersler için azami 8500 kelime kullanılırken bu yıl 8700'ün üzerinde kelime kullanılmış olup öğrencinin dakika başına yaklaşık 56 kelime okuması gerekti. Bununla beraber öğrencinin sorulardaki grafikleri inceleyip sorunun öncülünü, soru metnini ve şıkları bir bütün olarak değerlendirip kendisine tanınan sürede sınavı bitirmesi beklendi. Her yıl Türkçe, Matematik ve Fen Bilimleri derslerinden sadece biri zor ve belirleyici olurken bu yıl Türkçe ve Matematik dersleri belirleyici oldu ve Fen Bilimleri dersi ise her zamankinden daha uzundu. Fen Bilimleri dersinde 8 soru tek sayfalıktı. 2 dakikada çözülmesi beklenen bir sorunun sadece metin okumasının 2 dakikayı bulması sorunun güçlük değerini arttırmaktadır. Pedagojik anlamda henüz tam anlamıyla hazır olmayan bu çocuklar için sınavın bu denli zor olması seçicilik anlamında ne kadar faydalıysa psikolojik anlamda düşündürücüdür.