Fırsat kollayan gölge: İhanet
İhanet, yüreğin sırtından hançerlendiği andır. Bir dostun yahut dost zannettiğinin tebessümünden dökülen zehir, bir kardeşin omzuna sapladığı bıçak gibidir. Sadakatle örülmüş güven duvarlarının en beklenmedik yerinden çöküşüdür. En yakından gelir; çünkü uzaktan gelenin eli değil, yakındakinin niyeti kanatır insanı. Çünkü ihanetin özü, güvenin kanatılmasıdır.
İnsan, yeryüzüne halife kılınan, inancıyla Allah'a bağlanan varlıktır. Ne var ki; kalbiyle yıldızlara yürüyebilen bu varlık, bazen kendi elleriyle kuyu kazar kendine. Ayetin de buyurduğu üzere, "Aşağıların en aşağısına düşen"yine insandır, çünkü her inişin ardında bir tercihin gölgesi vardır.
Kanaatin sükûnetinden uzaklaşıp ihtirasın çığlığına kulak veren insan, huzuru yitirir; çünkü doyumsuzluk, ruhun çıplak kalmasıdır. Kazandığıyla değil, göz diktiğiyle sınanır insan. Ve ne gariptir ki; sahip olduklarımız değil, göz diktiklerimiz alır elimizdekini. Böylece mülkün sahibi olmak isterken mülkün Sahibine kul olma şerefinden de yoksun kalarak sadece mülkün esiri oluruz.
İhanet, yalnızca bir eylem değildir; bir aklın, bir kalbin ve bir ruhun çürümesi ve çöküşüdür. Dahasını istediği için gönderildiği dünya zindanında akıllanmak yerine hala dahasını isteyerek konumunu daha da aşağıya indiriyor insan.
Lüks tutkusu, ihtiyaçların önüne geçtiğinde; insan, sadeliğin zarafetini unutur. İsraf, sadece servetin değil, ruhun da tükenişidir. Ve bu tükenişin en trajik hali, dünyevî hırsların, uhrevî hedeflerin önüne geçmesidir.
Söylemle eylem arasında açılan uçurum, insanı ikiyüzlülüğün karanlık tüneline sürükler. Bu öyle bir tüneldir ki, içinde ne vicdan ışığı kalır ne de inanç kandili. Ve bu karanlıkta, ne pusula çalışır ne de bir yol gösterici kalır insan için. Her şeyin bilindiği ama hiçbir şeyin uygulanmadığı bu çağda, sadakat sadece dillerde bir kelime olarak kalır.
Çözümü basit ama uygulanması çetin bir denklemle baş başayız: İnanç, ahlak, sadakat birlikteliği insanlığı daim kılar. Bu denklemin herhangi bir terimini silerseniz, geriye sîreti boşalırsadece sureti kalır insanın.
İnanç, insanlığın kalbidir. Ancak inançlar, şahıslara değil, ilkelere, değerlere ve dahası ilahi kudrete bağlı olmayı gerektirir. Çünkü şahısların niyetleri değişir, ama ilkeler ebedidir. İnancı araçsallaştırmak en yüce duyguları en aşağılık amaçlara kurban etmektir. Ve bir kez uçurumdan düşen, sadece bedenini değil, umudunu da yitirir. O uçurum, dönüşü olmayan yoldur. Necip Fazıl'ın ifadesiyle: "Tohum saç, bitmezse toprak utansın." Ama ya tohum bile değilse saçtığın
Varlıkla şımaran, yoklukta kişiliğini de kaybeder. Nimetin kıymetini bilmeyen, onu helak oluşuyla öder. Çünkü her nimet, hesabıyla gelir; ve sadakatle korunmazsa, ihanete dönüşür. İhanet ise insanı üçgenin içine hapseder: Aşağılık kompleksi, doyumsuzluk ve körleşme.
Bu körlük öyle bir hâle gelir ki, insan kendi meclisini bombalar, kendi milletine kurşun sıkar. Bu alçaklık, yalnızca silahın tetiğinde değil, vicdanın suskunluğundadır. Ve en acısı, bu ihaneti hoşgörü ve merhamet maskesiyle örtmeye çalışmaktır. Oysa merhamet, yeri geldiğinde zalime karşı asilce durabilmektir. Aksi halde, kuzuyla aynı sofrada oturarak kurtla pazarlık yapar halde bulur kendini.