Biraz geç kaldık

Hayata yetişmeye çalıştıkça uzaklaşıyor bizden, arkasından yetişmeye çalıştığımız bir otobüs misali. İlkin yavaş adımlarla başlıyoruz; sonra otobüs hızlandıkça biz de ritim tutuyoruz onun hızına. Bir umutla şoförün yan aynaya bakıp bizi görmesini beklerken durması için el kol sallamayı da ihmal etmiyoruz. Ama nafile… Hayat dönüp bakmıyor arkasına. Son sürat gidiyor son durağına doğru. Biz ise kendi durağımıza geç kaldığımız için ilk otobüsün arkasından koşup duruyoruz. Bir başka şeye geç kalma lüksümüz yokmuşçasına, bir sonraki otobüsü beklemeye sabrımız kalmamışçasına... Hayata geç kaldığımız yetmezmiş gibi, hemen yanı başımızda yitip giden güzellikleri de fark edemiyoruz.

Zaman dörtnala koşan bir at iken biz bir topal karınca yetişmeye çalışıyoruz ona. Hep bir şeylere geç kalıyoruz. Geç kaldıktan sonra yetişmek için tüm enerjimizi sarf ediyoruz lakin boşa harcanmış ömürden başka bir şey kalmıyor elimizde. Ve sonra bir tarafımız hep geç kalmalarla doluyor.

Bazen işe geç kalıyoruz mesela. Patrondan fırça yiyecek olmanın gerginliğiyle, sabah trafiğinde geçirilen dakikaları düşünerek, aceleyle yudumlanan çayın boğazda bıraktığı buruk tadın acımtırak haliyle apar topar doymadan kalkılan ve yarım bırakılmış sofra boynu bükük duruyor arkamızda. Bir şeylere yetişme koşturmacası sabahın ilk anından itibaren böyle başlıyor.

Bazen toplantıya geç kalıyoruz. Bedenen orada olsak bile zihnen başka bir yerde kalarak konuşulanları anlamaya çalışıyor, sırf orada olduğunu hatırlatmak istercesine söz alacakken söz hakkını çoktan kaybetmiş olduğunu fark ederek başka bir yarım kalmışlık haliyle kendini sorguluyor insan. Kaybedilen zamanın toplamının kaybedilmiş bir hayat olduğunu fark edemeden geçiyor zaman.

Bazen eve geç kalıyoruz. Bunca telaş, yoğunluk ve yorgunluğun ana gayesi kabul ettiğimiz aile için her şeyi yapmaya göze aldığımızdan şüphe duyulmazken evde bizi bekleyen sofraya, çocukların gözlerindeki özleme, eşin umutlu bakışına geç kaldığını bazen fark edemiyoruz. Birlikte paylaşılması gerekip de ıskalanan mutluluklara geç kalınca kapıyı çaldığında ne kadar yarım kaldığını anlıyor insan.

Bazen ibadete geç kalıyoruz. Günde beş vakit okunan ezanı duyduğunda önceliklerini bir türlü belirleyemediğinde, mübarek Ramazan ayının feyzinden beri kaldığında, zekâtın bereketini idrakte zorlandığında, güzel söz söylemenin dahi sadaka olduğunu öğrenemediğinde ve kulluk etmek için yaratıldığını unuttuğunda içinde dolduramadığı derin bir kuyu olduğunu dahi anlayamıyor çoğu zaman insan ve ruhu depresyona yenik bir halde hep bir yarım kalmışlık hali yaşıyor.

Yanımızdan geçip giden güzelliklere geç kalıyoruz mesela. Güneşin bugün daha bir umutla doğduğunu, yağmurun sesini, kuşların muhabbet edercesine ötüşünü, baharın gelişini, bir çiçeğin dünyaya sunduğu neşeyi, bir dostun yürekten gülüşünü fark edemiyoruz. Her şey yanımızdan akıp gidiyor, biz ise fark ettiğimizde çoktan vakit geçmiş oluyor.