Bir çağın suskunluğu: Gazze!

Yıllar sonra bana (ki yıllar sonraya yaşanılabilir bir dünya bırakabildiysek!) Gazze'yi soracak çocuklarıma cevap niteliğindedir bu yazdıklarım.

Ah çocuğum, ne desem kifayetsiz kalır kelimeler. Sadece edebiyatını yapmak düştü o günlerin bana. Konuşmak ağır gelir mi bir insana Bırak konuşmayı düşünmenin altında eziliyorum ben.

O günleri anlatmak zor çocuğum. Hala kulaklarımda çınlıyor bir lokma ekmek bulma umuduyla bombaların altında ölen çocukların çığlıkları. Hangi davanın hesabıdır, hangi çıkarın gözetilmesi...

Pişmanlık duyacak yüzüm dahi yok şimdi. Kahrolmak nedir bilir misin Kelimelerin boğazında düğüm düğüm olması, çaresizliğine bahaneler bulmaktır kahrolmak. Hem de her gün, on yıl boyunca ve daha nice on yıllarca. Sudan sebeplerle bir şehrin işgalini seyre dururken dünyanın yıkılışını izlediğimizden habersizmişiz meğer.

Çocukların gözlerindeki boşluk, bir çağın sustuğu feryatla birleşti o günlerde. Gazze, küller ve toz içinde bir kitap gibiydi; sayfaları yırtık, mürekkebi soluk, ama satır aralarında hâlâ bir umut izi olan. Gizli bir direnişin, sessiz bir dayanışmanın izi…

Biz gevezelere konuşmak düştü o gün. Okkalı ve acımızı dindirmeye dönük sloganvari sözlerle süslediler zihnimizi. İnanmadık ama bir umudun bahanesine sığındık. Hiç uygulanmayan yaptırımlar vaat edildi. Gazımızı alacak sloganlar savruldu gökyüzüne, umut edelim diye, ama hepsi paraşütsüz çakıldı yere. Gazze'yi her gün ama her gün aralıksız öldürdüler. Ölen Gazze sanıyorduk, toprağa gömülen bizmişiz, insanlığımızmış, çok sonraları öğrendik.

Biz bu zulmün çetelesini dahi tutamaz olduk. Bir zaman geldi, "insan nisyanla maluldür" dedik ve en iyi bildiğimiz şeyi yaparak unutmayı seçtik. Ama tarih, bu zulmün, ihmalin ve sessizliğin hesabını tuttu. Unuttuğumuzu sandığımız her şeyi bir şamar misali yüzümüze vurdu. Şimdi soruyorsun bana ya, "o gün ne yaptın" diye, unutmayı seçtim ben, hem de kahrolurcasına.

Her yıkılmış okul, her susturulmuş çığlık, bir çağın vicdanını sınayan dizeye dönüştü. Edebiyatını yapmak düştü diyorum ya bize; kalem yazdığı gibi konuştu, biz konuştuğumuz gibi yaşayamadık. Şimdi pişman olmak dahi kahrediyor ruhu.

Gazze, bir şeritti, iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, hak ile batılı, mazlum ile zalimi, masum ile vahşiyi birbirinden ayıran bir şerit, bir çizgi. Arafta durmanın tarafsızlık değil de zulmün değirmenine su taşımak olduğunu yüzümüze vuran bir hakikat imiş Gazze. Gazze, arafta duranların bertaraf olduğunu gösteren ince bir çizgi hayatımızda.

Bu dünyada cennetin öteki adıymış Gazze. Her şeyi geride bırakarak Allah'a varmanın daha kıymetli olduğunu gösteren şehir Gazze. Onlar cennete koşarken biz kendi cehennemimize odun taşımakla meşguldük. Konfor alanı diye diye cenneti burada yaşamaya çalışmışız. Onlar ise dünyadan vazgeçerek cenneti arzulamışlar, bunu pek geç anladık.

Gazze, yalnızca bir şerit değildi, bir limandı, bir bekleyişin sembolüydü; yaralı umutlar, yarım kalmış rüyalar, paramparça olmuş hayatların yine de son bir umutla kardeşlerini beklediği yerdi. Kardeşlerinin onların katline ferman buyurduğundan habersiz inancı gereği son nefesine kadar umut etmeyi seçti Gazze. Ki "Sakın Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirlerden başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez." (Yusuf Suresi, 87. Ayet) ayetine icabet ederek her dem ümitvar oldular. Lakin biz Gazze'nin umudu olacak kadar şanslı olamadık. Hangi affediliş temizler bu cezayı, bilemiyoruz.