İngiliz usulü

İkinci Dünya Savaşı'nın Avrupa'yı temellerinden sarstığı 1940'lı yıllarda, İngiltere, manda ve sömürge yönetimi altında tuttuğu bölgelerde zorlu sınavlarla karşı karşıya kaldı. Öyle ki, dışarıdan bakıldığında, elindeki coğrafyalarda asayişi sağlamakta zorlanan, bütün kesimlerin şikâyet malzemesi haline gelmiş, adeta çözüm üretmekten aciz bir imparatorluk görüntüsü vardı. 1970'lerin başına kadar, İngiltere bütün sömürgelerinden kademeli olarak çekilecek, süreci değerlendiren tarihçilerin çoğu ise İngiliz idaresini anlatırken "kaos", "karmaşa", "beceriksizlik", "belirsizlik" gibi kelimeleri bolca kullanacaktı. Peki, gerçekten öyle miydi İngiltere beceriksiz, özensiz ve acemi bir idare mi sergilemişti Yoksa ortada ince düşünülüp tasarlanmış, sabırlı bir biçimde sahneye konmuş, uzun yıllara yayılmış ve sonuçlarının görülmesi için gelecek kuşaklar hedeflenmiş bir strateji mi vardı Tarihî sürece ve coğrafyaya dikkatle bakanlar, cevabın ikinci şıkta gizlendiğini görecektir. Bilhassa İslâm coğrafyasında, İngiltere tarafından yönetilme tecrübesini yaşamış bölgelerin hepsinde, zahirdeki kaos bir yana bırakıldığında, Londra'daki "devlet aklı"nın şu yedi esası titizlikle uygulamaya koymuş olduğu fark edilecektir:1. İdare edilen sahayı derinlemesine kavramak İngiliz tipi sömürgeciliğin birinci vasfı, yönettiği bölgelerin ayrıntılı bir envanterini çıkarması, yeraltı ve yerüstü kaynaklar itibariyle neye sahip olduğunu tespit etmesi, ardından eldeki malzemeyi sınıflandırarak kullanıma hazır hale getirmesidir. Seyyahlardan akademisyenlere, ajanlardan arkeologlara, kalabalık bir kadronun yoğun çabasıyla toparlanan bu birikim, farklı iklimlerin en mahrem noktalarına temas imkânı vermiş, gerekli-gereksiz ayrımına tabi tutmaksızın, her türlü teferruatın tasnifi yapılmıştır. 2. Geleneklere, kültüre ve farklı inançlara müdahale etmemekİngilizler bir coğrafyada egemenlik kurduğu zaman, çok büyük bir asayiş problemi ortaya çıkmadığı sürece yerel geleneklere, dinlere ve farklı inançlara müdahale etmemişlerdir. Kendi kiliselerini ve misyonerlik kurumlarını kurup yerleştirmekle birlikte, özellikle Müslüman coğrafyada dinî kurumlarla ortak bir noktada buluşmaya gayret eden İngiliz idaresi, bu yaklaşımın direkt sonucu olarak, neredeyse her yerde kendisiyle çalışmaya ve işbirliğine hazır din adamı kadroları bulmuştur. Yerel geleneklere, dinlere ve farklı inançlara müdahale etmemek, yönetilen insanlarda İngilizlere karşı bir sempati meydana getirmiş, dinî özgürlük karşılığında siyasî alanın İngiltere tarafından düzenlenmesine ses çıkarılmamıştır. 3. Birbirine rakip fraksiyonlar arasındaki çatışmayı körüklemek Kontrol altına aldıkları toprakların birikimini iyi etüt eden İngilizler, işlerine yarayacak bütün durumlarda, halk tabakaları içindeki rekabet ve düşmanlıkları alttan alta körüklemekten geri durmamıştır. Etnik, dinî, mezhebî, bölgesel vb. ayrışmalar kışkırtılmak suretiyle, yönetilen coğrafyaların yekvücut olmasının da önüne geçen İngiltere, zamana yayılmış bu gerilim atmosferini, kendi çıkarları için ustalıkla kullanmıştır.4. İç sorunlar ve çatışmalar karşısında -görünürde- tarafsız kalmak İç sorunlar ve çatışan iddialar konusunda "tarafsız" kalmak ve "hakem" pozisyonuna yerleşmek de kadim bir İngiliz siyasetidir. Fay hatlarını tespit eden, çekişmeleri karşılıklı kışkırtan ve kaşıyan İngiltere, asla taraflardan birini sonuna kadar desteklememiş, kartları sürekli değiştirmiştir. Dönemsel ilgiler, elde edilmesi planlanan sonuçla bağlantılı olarak, farklı hedeflere yönelmiştir. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, Filistin krizini mayaladıktan