Fay hatları

Şam'ın güneyindeki Dürzî bölgesi Suveydâ'da geçtiğimiz hafta yaşanan çatışmalar, Ortadoğu'da bazı fay hatlarının sürekli aktif ve canlı kalmaya devam ettiğini gösterdi. Ve Suriye'nin yakın tarihini dikkatle okuyanların aklına, hemen 1860'ın o meşum temmuz günlerini getirdi:

Mayısın son haftasından itibaren Lübnan Dağları'nda ve Bekaa Vadisi'nde Dürzîlerle Hristiyanlar arasında çıkan çatışmalar, -kâhir ekseriyeti Hristiyan olmak üzere- en az 10 bin kişinin ölümüne yol açmıştı. Temeli on yıllardır devam eden siyasî ve ekonomik gerilimlere dayanan mesele, Lübnan'ın istikbalde yaşayacağı başka problemlere dair de çarpıcı ipuçları barındırıyordu.

Haziran ayının sonuna doğru Lübnan'daki atmosfer nihayet sakinleştiğinde, bu defa krizin Suriye etabı başladı. Lübnan Hristiyanlarına Dürzîler tarafından indirilen ağır darbe, Şam'ın zengin, eğitimli ve muteber Hristiyanlarına farklı sebeplerle diş bileyen kesimleri cesaretlendirmişti. Derken, özellikle Şam'ın sur içi bölgesindeki Hristiyan mahallelerinde 8-17 Temmuz günleri arasında tam bir vahşet yaşandı. Çoğunluğu Şam kırsalından toplanıp gelen ve içlerinde parayla tutulan kişilerin de bulunduğu bedevî, Arap, Kürt, Dürzî, Yezidî ve diğerlerinden oluşan saldırganlar, en az 2.500 Hristiyanı katletti. Canlarını ve mallarını kurtarmak için "Müslüman" olmuş görünen Hristiyanlar da vardı.

O sırada, Fransızlar tarafından sürgün edildiği Şam'da yaşamakta olan Cezayir'in efsanevî direniş lideri Emir Abdulkâdir, sivil Hristiyanların saldırılardan korunması için büyük çaba gösterdi. Aynı şekilde Şam'ın Meydan bölgesindeki Müslüman tüccarlar ve zenginler de çok sayıda Hristiyan'ı himayeleri altına aldı.

Bilanço ürkütücüydü: Şam'ın Hristiyan mahallelerinde 1.500 ev tamamen yakılmış, 270 mesken her şeyiyle yağmalanmış, 200 dükkân ve atölye ateşe verilmişti. Bugünün ölçüleriyle, şehirdeki hasarın maddî karşılığı 15 milyon dolara yakındı.

Osmanlı yerel yönetiminin zamanında müdahalede ve bastırmakta aciz kaldığı hadiseler, Avrupalı güçler için Bilâdüşşâm'ın içine ellerini uzatma bahanesine dönüştürüldü. Özellikle, pusuda bekleyen Fransa, Lübnan ve Suriye'nin üzerine akbaba gibi atılarak "Hristiyan azınlıkları koruma" bahanesiyle bölgeye altı bin asker konuşlandırdı. İngilizler daha sofistike bir usulle, "araştırma komisyonu" kurdular. İngiltere'nin böyle durumlarda sıkça başvurduğu ve muhataplarına aba altından sopa gösterdiği bir yöntemdi bu. Osmanlı hükümeti de Keçecizâde Fuad Paşa'yı hızlıca Şam'a göndererek Fransız ve İngiliz diplomatların sahayı domine etmesinin önüne geçmeye çalıştı.

1860 krizi, daha geniş bir çerçevede değerlendirildiğinde, Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılma evresindeki meşhur Sykes-Picot Anlaşması'nın temellerinden biriydi. Keza 1920'den itibaren Lübnan ve Suriye'de tesis edilen Fransız manda idaresi, "Hristiyanları korumak" bahanesiyle 60 sene önce bölgeye zaten asker çıkarmış olan bir devletin saha tecrübesine yaslanıyordu.