Eski ve yeni

Lübnan'da yerleşik Ortodoks Hristiyan Sursuk ailesi, Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde Filistin'in kuzeyinde devasa araziler satın almıştı. Ellerinde tuttukları muazzam servet sebebiyle "Doğu'nun Rothschild'ları" olarak ünlenen aile, 1880'lerden itibaren bu arazileri Siyonistlere satmaya başladı. Bugünkü Hayfâ ve civarında yüzlerce köy ve toplamda on binlerce sakini, böylece el değiştirdi. Köyler, içinde yaşayan ve "maraba" usulü çalışan Filistinli işçi ve çiftçilerle birlikte satılmış oluyordu. Sultan II. Abdülhamid, sahadan kendisine gelen raporlar doğrultusunda, Ortodoks Hristiyanlarla Siyonist Yahudiler arasındaki bu değiş tokuşu engellemeye çalışsa da, devletin gücünün giderek azalması ve İstanbul'dan ta Filistin'i kontrol etmenin pratik zorlukları sebebiyle, süreç durdurulamadı.

Sultan'ın 1909'da devrilmesinin ardından, İttihad ve Terakkî idaresi döneminde toprak devri bağlamındaki Hristiyan-Yahudi ittifakı derinleşti. Dönemin Arap yerel yöneticileri, kendi imkânlarıyla Siyonistlerin arazi alımlarının önüne geçmeye çabalıyordu. 1911'de, günümüzde İsrail'in Afula şehrinin yer aldığı geniş arazi Sursuklar tarafından Siyonistlere satılınca, Nâsıra Kaymakamı Şukrî el-Aselî, satış için gereken nihaî ve resmî onayı vermeyi reddetti. Ancak dönemin siyasî şartları gereği, devir teslim yine de gerçekleşti.

1868'de, oldukça zengin ve köklü bir ailenin oğlu olarak Şam'da dünyaya gelen Şukrî el-Aselî, Osmanlı bürokrasisinin seçkin üyeleri olarak Suriye'de (o dönemde Lübnan dâhil) yüksek mevkilerde görev yapan babasının ve dedesinin izinden gitmişti. Hukuk eğitimini İstanbul'da tamamladığı için mükemmel seviyede Türkçe konuşan Aselî, Nâsıra'da yaşananların ardından kaymakamlık vazifesinden istifa ederek Meclis-i Mebûsan'a seçildi. Görev yaptığı yaklaşık iki yıllık süre boyunca İttihad ve Terakkî'nin Arap coğrafyasına yönelik politikalarına karşı eleştirel bir tutum benimseyen Aselî, bir Arap olarak Osmanlı İmparatorluğu çatısı altında yaşamak konusunda ise herhangi bir şikâyet taşımıyordu. Aselî, mevcut Osmanlı idaresini, Filistin topraklarında giderek genişlemekte olan Siyonist Yahudi varlığı karşısında kararlı adımlar atmamakla suçluyordu.

Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde, Cemal Paşa'nın Arap milliyetçiliğine yönelik öfkesinin muhataplarından biri de Şukrî el-Aselî oldu. Alelacele kurulan askerî mahkeme, aleyhinde hiçbir delil bulunamadığı halde, Aselî'yi "Fransızlarla temas kurmak" ve "Arapçı yapılanmalarla iltisak" suçlamalarıyla idam cezasına çarptırdı. Enver Paşa ve dönemin etkili Arap entelektüellerinden Emîr Şekîb Arslan'ın affedilmesi yönündeki ısrarlı taleplerine rağmen, Şukrî el-Aselî ve beraberindeki Arap milliyetçileri 6 Mayıs 1916 günü Şam'ın merkezindeki Merce Meydanı'nda asılarak idam edildi.

Fransız mandası döneminden itibaren, Merce'nin adı "Sâhatu'ş-Şuhedâ"ya dönüştü. Yani "Şehitler Meydanı". Meydan, sonraki yıllarda üç farklı çevreden üç farklı ismin idamına daha tanıklık etti: 1926'nın başında, bir yıl evvel Fransızlara karşı kapsamlı bir halk ayaklanması başlatan Hasan Harrât'ın gencecik oğlu Fahrî… 16 Aralık 1946'da, sahte peygamberlik iddiasıyla ortalığı karıştıran Nusayrî kökenli Selmân Murşid… 18 Mayıs 1965'te, İsrail için ajanlık yaparken enselenen Yahudi Eli Cohen, burada asıldılar.