Öcalan'ı dinlerken

B.

Abdullah Öcalan'ın 7 dakikalık videosunu sizler de izlemişsinizdir. Birkaç kere peş peşe izledim, notlar çıkardım, alt metinleri anlamaya gayret ettim. Her şeyden önce karşımızda ruhi dengesi çok da yerinde olmayan bir kişi olduğunu göz önünde bulundurmalı; tahlillerimizi buna göre yapmalıyız. İşin teknik detaylarını ekranlarda konuştuk, yazdık. Bu sebeple analiz kısımlarını oraya havale Edip Öcalan'ı dinlerken aklıma gelen bir iki hususu zikretmek isterim.

Elbette tarihi önemi çok büyük, dönemeç niteliğinde günlerden geçiyoruz. Bunu dost-düşman herkes ikrar ediyor. Bununla birlikte Abdullah Öcalan'ın konuşmalarında bence en dikkat çekici olan şey, kendisine ve kararlarına yaptığı vurguydu. "Tarihi" vurgusu ve amacına ulaşan mücadeleden bahsetti Öcalan. Türk solcusunun en büyük zaaflarındandır; bir şekilde tarihe geçmek ve tarihi şekillendirenlerden olmak gibi bir emeli vardır solcumuzun. Gerçi bize mahsustur desek isabet etmiş olmayız, dünyada da örnekleri vardır. Örneğin Stalin kendisini insanlık tarihinin en büyük yol göstericisi ilan etmişti. Lakin bizim solcularımız da bu hastalık had safhadadır. Bu zaaf, ölümsüzlüğe inanmayanların ölüm karşısında bulabildikleri bir avuntu sebebiyledir. Bir şekilde tarihe adını yazdırarak yad edilir olmak ve bu şekilde ölüm sonrasında var kalabilmek talebidir bu zaafı neticelendiren. Sanki kendilerine bir fayda edecekmiş gibi dünyada bir nam ve nişan bırakmaya büyük bir hevesleri vardır. Antik Yunan'da da benzer şeyler görürsünüz. Bir kahramanın en büyük hedefi, kendisi hakkında yazılacak destanlara, şiirlere konu olmaktır. Cesedi mumyalatarak baki kalabileceğine inananlar böyle şeyler yaparlar. Oysa her inanan için ceset yabanlık elbiseden farksız bir şeydir. Her neyse, geçelim bu bahsi. Öcalan'ın konuşmasını dinlerken aklıma bunlar geldi ve bu adamın peşi sıra ölüme gidenleri, haklarında edilecek birkaç övgü dolu sözcüğü kendileri için bir teselli, bir ödül olarak görenlerin halini düşündüm. Allah, Allahsız bırakmasın. Allahsız kalan kişinin akıbeti, en ortadaki vidası çıkmış lastik gibi sekiz çize çize gidiverip de, bir yerden sonra dingilinden kurtulup bir yerlere fırlayıvermektir. Kendisi için de çevresi için de zarar. İşte bu fırlamışlığın bedelini ödedik yıllarca. Şimdi dönüp de "Taceddin, 11 Temmuz'da PKK silah bırakıyor sen böyle şeylerden bahsediyorsun. Yeri mi babacığım" diye soracak olanlarınız olacaktır. Bu soruyu hiç küçümsemem aksine böyle soruların anlamını görürüm; lakin benim söylediklerimin de bir anlamı olduğunu düşünüyorum. Nasıl bir zemin üzerinde neşv-ü nema buldu PKK, hangi gübrelerle semirdi, hangi sularla sulandı bu cehennem zakkumu biraz olsun kafa yormazsak, karşımıza daha çok PKK çıkar. Birinin kökünü kuruturken bir başka musibete duçar oluveririz. Seninki tarihe geçecek, büyük teorisyenlerden, pratisyenlerden birisi olarak zikredilecek diye, çoluk çocuğu bu memleketin heba olur, anaları ağlar, babaları evlatlarını kabre koyar; kimisi de mapus yolu gözler yıllarca. Birileri hala dindar nesil-kindar nesil diye dalga geçe dursun, anlamını bulmuş hayatlar ve anlam kazanmış bir ölüm tasavvuru bizleri istikbaldeki sıkıntılardan kurtaracak. Buna gayret etmeli. Gerisi kendiliğinden gelir.