Kim neye inanırsa inansın...
B.
Sadık Battal vefat etti ve ben "keşke ölmeden bir kere daha görüşebilseydim" dedim. Viyana'da tanışmıştık Battal'la, bir arkadaşımız vesile olmuştu, doğrusu meşrebimiz de tutmuştu. Uzun uzun sohbet ettik, vakit geçirdik, dünyayı yıktık ve yeniden imar ettik, garibanların derdinden, mazlumların ahından bahsettik uzun uzun...
İyi kalpli ve güzel bir adam da hiç şüphe yok. Derken Suriye'de kıyamet koptu, yer yerinden oynadı ve ben bir gün Battal ile hususta birkaç kelam ettim. İflah olmaz bir ehlisünnet Müslümanım ben ya, ikimiz de birbirimize ağzımıza geleni söyledik ve gücendik. Bir kez ölmeye görün, kör iken badem gözlü, kel iken sırma saçlı oluveriyorsunuz. Anlamsız, ölçüsüz melihler sizi takip ediyor; ancak bir süre. Sonra bir vesileyle yad ediliyorsunuz yahut edilmiyorsunuz, onun da sonu geliyor. Bu cümleden değil söyleyeceklerim; zira Battal ne kör ne de keldi. Delidolu hakikaten iyi bir adamdı. Şimdi dönüp bakıyorum geriye "halt mı vardı" diyorum. Sanki Sadık Battal ile kavgamız Suriye'de akan kanı durdurdu, mazlumların gözyaşını sildi. İkimiz de sadece sabit inançlarımıza biat tazeledik. Bu da gereklidir gerçi, fakat bir yere kadar. En haleldar edilmeyecek ekmek-tuz hakkını helaldar ettik. Anlamsız fraksiyon kavgaları ile birbirini tahkir eden solcular gibi bir derekeye düştük. Nihayetinde, helalleşip bir kez daha çay içmeden ikimizden birisi terk-i dünya etti. Rahmeten vasia. Taksiratı afv, hasenatı makbul olsun. Çok sevdiği Âl-i Beyt-i Mustafa refiki olsun.