Eğer manzara değişsin istiyorsanız

B.

Her şey bir yana, eğer İstanbul'da yaşamak istiyorsanız, İstanbul'unuzda yaşamaksa arzunuz; sıla-i rahim gibi, çocukluğunuzdan kalma hatıralarla dolu, camilerin ve merkadlerin sizi dem be dem uzaklaştığınız ulviyete çağırdığı, köşe başlarında denk geldiğiniz maziden kalma şeylerin sizi bu şehre bu şehri de size bir vicdan yükü gibi emanet etmesi ise talebiniz, gelin bir teşehhüd vakti konuşalım.

Camilerin, boğazın, sarayların, adaların şehrine girenler birkaç yıl öncesine kadar peyzaj çalışmaları ile güzelleştirilmiş, baharda lalelerin, sümbüllerin süslediği bir şehirle karşılaşırdı hatırlarsınız. Yine karmaşa ve kaos, yerlerde plastik çöpler, bir balgam öbeğinin üstüne atılmış izmaritler elbette bu şehrin olmazsa olmazıydı o zaman da; fakat şehre giren herkes şehrin ruhunu ve kimliğini şehirden istihrac ederdi. Becerebilen şimdi de yapar, hiçbir şey buna mani değil. Lakin İstanbul'un önünde duran öyle kesif bir perde var ki ardından İstanbul görünmüyor. Bazen bu şehre bakmak için hafızanıza ve hayal gücünüze müracaat etmek mecburiyetinde kalıyorsunuz ki manzara karşınızda tebellür edebilsin.

Üç hafta kadar önce Kozlu kabristanında, gasilhanedeydim bir vesileyle. Malumunuz eskiler imamın kayığı derler tabuta. Her neyse cenazemizi gasl ettik, bir cenaze nakil aracı geldi, beyaz bir minibüs, üzerinde kocaman İMAMOĞLU yazan... İmamın kayığı İmamoğlu'nun kayı olmuş taaccüp ettim... Biz vazifemizi yaptık, emaneti medfenine tevdi ettik.

O gün geldi aklıma gerçekten ve bunu yazmam gerekir dedim. Bu şehre giren herkes bir süredir; gah doğumhanenin sırasında gah gasilhanenin kapısında, üst ve alt geçitlerde, reklam panolarında, vapur ekranlarında, internet köşelerinde, camide ve meyhanede hatta en süfli kerhanede sürekli onun fotoğrafını görüyor, adını okumak durumunda kalıyor, sesin işitiyor...

İstanbul adeta İstanbullulardan gasp edilmiş, bir tek adama aitmiş gibi havasında rutubetten ziyade buharlaşmış bir ego ve kibir solunuyor. Onun resmi, onun ismi, her yerde o, her şeyde o bilmem ki nasıl söylesem... İstanbul'a bakan İstanbul'u göremiyor ona nazar etmek mecburiyetinde kalmadan. Evet hakikaten siyasiler zaman zaman billboardlara, gazetelere işte ne bileyim şuraya ve buraya resimlerini koydururlar, bunda anlaşılmayacak bir şey yok. Benim midemin artık kaldırmadığı şey, dünya ve ahiret kapısında, yarinizin koynunda, hasmınızın boynunda, hulasa hiçbir şey yapmadığı, neredeyse tek bir hayranının dokunmadığı bu şehrin şeş tarafında sanki İstanbul onunmuş da biz kiracıymışız gibi onu görmek. Bu terazi bu sıkleti çekmiyor görüyorsunuz. "Benim tevazum yüksektir" gibi bir oksimoronu kendisinden işittiğimiz zat elinde palası biçe biçe ilerliyor. Ne lale bıraktı ne sümbül, "var mı benden güzeli ey ayna" diye sual eder gibi adeta kendinden başka hiçbir şey görünmesin istiyor. Size yabancı bir kimse sizin şehrinizi size çok görüyor, farkındasınızdır.