Cemaat meselesi Süleymancılarla mı sınırlı

B.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ahtapot çıkışı sonrası tartışmaların odağı haline gelen Süleymancılar, getto tipi yapılanmaları sebebiyle toplumun geniş kesimlerince tanınmayan bir yapı. İdari yapısının cemaat çevreleri dışında herhangi bir tanınırlığı yok. FETÖ ile Süleymancılar arasındaki en temel farklardan birisi cemaatin bu özelliği. Buna karşın bu yaygın olmasına rağmen gizemli cemaatin FETÖ ile çok benzeşen yanları da var. Bünyesine dahil olanların özel hayatına ve ekonomik düzenlerine müdahale eden bir yapı olması hasebiyle cemaat hiyerarşik yapısına dahil olanların hayatlarını kesif bir kontrol altında tutuyor. Hal böyle olunca bürokrasinin çeşitli kurumlarında görev yapan bağlılarının hiyerarşik yapıdan gelen talimatları yerine getirdiklerine yönelik bir kuşkunun ortaya çıkması oldukça tabii. Gelgelelim Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın altını çizdiği tehlike yabancı istihbarat servislerinin de olaya dahil olduğu bir örgütlenme şemasına tekabül ediyor. Dolayısıyla Süleymancıların olağan zanlılar arasında farz edildiği "cemaat" söylemi Süleymancıların dışında zanlıları da hatıra getiriyor. 1960'larda Amerikancı politikaların Türkiye'deki en önemli propaganda unsuru haline gelmiş cemaat yapılarının var olduğunu hemen hepimiz biliyoruz. FETÖ'nün yetişti zemin tam olarak bu zemin. Bu öyle mümbit bir tarladır ki, merkez sağdan demokratik sola kadar siyasal skalamızın tek çok kesiminde siyasal temsil kabiliyeti bulmuştur. Dolayısıyla bazı cemaatleri zikrettikçe aklımıza Süleyman Demirel'in geliyor olması, bu kimselerin siyasal bağlılığını Süleyman Demirel ile sınırlı olduğu anlamına gelmez. Asıl bağlılık, NATO politikalarınadır. Şimdi derenin altından çok sular aktı, Süleyman Demirel vefat etti, Doğru Yol Partisi tarihe karıştı, demokrat parti ne olduğu anlaşılmaz bir yapıya dönüştü ve asıl bağlılığı NATO'ya ulan dini yapılar ilginç şekilde soluğu CHP çatısı altında aldılar. Bunda anlaşılmayacak bir şey yok; konfor alanları yılların alışkanlığı nereyi işaret ediyorsa orası. Gelgelelim bu bir siyasi tercih olmanın ötesinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın işaret ettiği şekilde, ucu istihbarat servislerine uzanacak bir iltisak ise eğer, devletin bu yapıların bir kısmını güvenlik tehdidi olarak algılamasından ve üzerlerine gitmesinden daha doğal bir şey olamaz. Bu noktada iki aşırı tutum karşımıza çıkıyor. Bunlardan birincisi cemaatlere mutlak karşı ve ortadan kaldırılması gereken kurumlar olarak gören negatif tutum. Ki böyle bir ihtimalin hiçbir mantıki, ahlaki, faydalı tarafı olamaz. Suiistimal edilen her kurumumuzu kökten kapatmaya kalksak mağarada yaşıyor, taş kırığı yiyor olurduk. İkinci yaklaşım ise, cemaatlerin birer sivil toplum kuruluşu olduğu, devletin kuruluşlar üzerinde herhangi bir erkinin olmaması gerektiği, halihazırdaki tartışmaların Erdoğan'ın şahsi meselesi olduğu şeklindeki aşırı yorum. Bu da saçmalıktan başka bir şey değil. Bu yapıların nasıl yapılar olduğunu az çok bilen herkes, devletin bu kurumları mantıklı bir kontrol mekanizması altında tutması zorunluluğunu görür. Devletin çeşitli kademelerinde bağlıları bulunan bu gibi hareketlerin devlet tarafından herhangi bir şekilde kontrol edilmiyor, belli sınırlar altında tutulmuyor oluşu kabul edilir şey değildir. Umarım bundan sonraki süreç mutedil, aklı başında tercihlerle sürdürülür; Süleymancılar başta olmak üzere kiminin kökü kiminin dalları dışarıda olan cemaatler bir şekilde rehabilite edilir. Önümüzde başka seçim şansımız varmış gibi görünmüyor.