İlke-değer kavgası

Kuzeyimizde Ukrayna-Rusya savaşı, güneyimizde ise İsrâil-Filistin savaşı tekmil şiddeti ile devâm ediyor. İlki iki seneyi aştı. Diğeri ise yedi ayı buldu. Aralarındaki ortak payda, taraflardan birisinin diğerini işgâl etmesi olarak gösterilebilir. İlkeler itibârıyla bakılacak olursa, bir insanın her ikisine de karşı çıkması mânâlı bir tepkidir. İlkelilik modern bir kavramdır. Savaş karşıtlığı bir değer olmaktan ziyâde bir ilkedir. Batı, kuruluşundan başlayarak ilkeliliğin şampiyonluğunu yapar. Şimdi bunun içine bir bakalım. İlkesel düşüncenin akıl yürütmesi son derecede şeklîdir. Yâni içi boştur. Bunu ilkeyi kof görmek ve değerlendirmek mânâsında değil, formelliğini ifâde etmek için kullanıyorum. İlkeler her nev'i olgusal durumdan bağımsız şekillenir ve tümdengelimci bir şekilde olgular karşısında seferber edilir. Meselâ, eğer bir insan savaş karşıtlığı ilkesi geliştirmiş ise, savaş çıkan her olguda vaziyetini otomatik olarak ayarlar. Burada târihsel olarak, o olgunun kendisine has niteliklerine; daha doğrusu iki savaş arasındaki özgül farklılıklara aldırmaz. Üst bir bakıştır o. Tarafsızlık etikası ilkesel duruş ve eylemi taçlandırır. İlkesel duruş ve eylem sâhibi insan, duygusal yakınlık ve uzaklık gibi meselelerle ilgilenmez. Meselâ savaş karşıtlığı üzerine kurulu bir ilke, haklı savaşlar-haksız savaşlar ayırımını yapmaz. Onun gözünde savaş topyekûn haksız bir fiildir ve nerede, kimler arasında, ne adına yapılırsa yapılsın her şekilde karşı çıkılması gerekir. İlkesel bakışın zıddında ise değersel olarak târif ettiğim bir bakış yatar. Buna göre, meselâ savaş mevzûbahis ise haklı ve haksız savaşlar vardır. Burada değer eylemi önceler. Târihsel pratikler ilkesel bakış, duruş ve eylemi çok defâ zora sokmuş; değersel ayırımları ise baskın hâle getirmiştir. Pratik içinde ilkeleri hayâta geçirmek çok defâ imkân dışına çıkar. Yakın târihten hatırlayalım, Sovyet Rusya 1970'lerde kendi kampı içinde ve Batı'daki uzantılarında bir barış kampanyası başlatmıştı. Bunun propagandası ustalıkla yürütülüyordu. Eğer söylemine kaptırırsanız, sosyalist kampın aslında barışçıl bir doğrultusu olduğu; bunu bozanın ise kapitalist Batı'dan başkası olmadığına inanırdınız; sanki, Çekoslovakya ve Macaristan'daki antikomünist hareketleri acımasızca ezen, Afganistan'ı işgâl eden Sovyet ordusu değilmiş gibi. Benzer olarak Batı kampı; Kore, Vietnam, Kamboçya, Laos gibi yerlerde kanlı işgâlleri ve katliamları yapan, Lâtin Amerika'da kanlı askerî darbeleri örgütleyen kendisi değilmiş gibi barış önündeki en büyük mâni olarak komünist kampı suçlamaktan geri kalmıyordu. Hâsılı Batı'nın demokrasi, insan hakları vb kavramlarla bezeli değerler seti ile Doğu'nun sosyalist ideallerle bezeli değerleri etrâfında her nev'i kirli savaş yürütülüyordu. Ortada ilke falan yoktu. İlke-değer karşıtlığını günümüzde de görüyoruz. Bugün de Batı, Rusya'nın Ukrayna'yı işgâl etmesine karşı çıkan Batı, İsrâil'in Filistin'i işgâl etmesine doğrudan veyâ sıkışınca ondan daha tiksindirici olarak dolaylı destek vermekten geri kalmıyor. Soğuk Savaş devri ile Soğuk Savaş sonrası dünyâ arasındaki fark tamâmen araçsal bir farktır. İlkinde ideolojik olarak kablolanmış bir değerler savaşı varken, bugün kablolarından soyulmuş, çıplak teller üzerinden bir değerler savaşına şâhit oluyoruz. Bilmem, ikincisinin çok daha kaba ve yakıcı olduğunu ayrıca vurgulamaya gerek var mıReelpolitik savaşların değersel-araçsal bahaneleri olmasını anlayabiliyoruz. Bunu giderecek ve yaptırım tesiri kuvvetli bir ilkesel mecrâya taşıyacak olan ne olabilir Burada iki kavram akla geliyor. İlki müesseseler, diğeri ise tesirli ve diri bir kamuoyunun baskısı. İlkinden başlayalım. Modern müesseseler ilkeler üzerine kurulur. Savaş mevzubahis ediliyorsa akla gelenler, en başta uluslararası hukuk temelli olanlar olacaktır. Baktığımızda bunlardan bâzılarının işlevsiz kaldığı, bâzılarının ise kör topal da olsa hâlâ vazife gördüğünü anlıyoruz. Akla ilk gelen, potansiyel olarak yaptırım kuvveti olan BM'dir. BM'nin, Ukrayna ve