Terzilik mesleğinin düşündürdükleri

Pîrinin Hz. İdris olduğuna inanılan kadim bir meslektir terzilik. Benim neslim ve elbetteki benden evvelki nesiller yaşadıkları şehir ve kasabaların çarşılarında çok sayıda terzihâneyi hatırlarlar. Omuzlarından sarkıttıkları mezüroları, ,lâzım geldiğinde kullanmak üzere , üzerinde çok sayıda iğnenin yumuşak dokulu topuz bir zemine tutturulduğu ve pazularına taktıkları iğnedanlıkları, parmaklarındaki yüksükleri ile karşılarlardı müşterilerini. Dükkânlarının duvarlarındaki panolara raptettikleri farklı büyüklükteki makasları , cetvel ve gönyeleri olurdu. Üzerinde satha yayılmış çeşitli kumaşların serili ve kesim yerlerini işâret eden küçük sabun parçalarının dağıldığı tezgâhları vardı.Bir de ütüleri ve ütü masaları mevcuttu. (Bunların bâzılarının kömürlü olduğunu da hatırlarım). Ekmek tekneleri olarak gördükleri, bir yerlerine nazar boncuğu takmayı ihmâl etmedikleri en az bir, bâzen de bir kaç dikiş makinasını ayak altı olmayan yerlere yerleştirirlerdi. Duvarlardan birinde mutlaka bir boy aynası olurdu. Müşterilerinin ölçülerini ekseriye ayakta alırlardı. Bir defterleri olurdu. İhtimamla aldıkları vücut ölçülerini oraya kaydederlerdi. Bâzıları yalnız çalışır, bâzılarının ise kalfa ve çırakları olurdu. Sehpalarda birkaç moda dergisi olurdu. Ama bunlar biraz da süs olsun diye konurdu. Değilse, moda o kadar değişen bir şey değildi. Modeller, kalıplar bildikti . Bildikleri ve alıştıkları o kalıp ve modelleri çalışırlardı. Kaprisli az sayıda müşteri hâriç, her müşteri onların mâhir ellerine bırakırdı kendisine. Kesimden sonra hemen dikişe geçmezler, evvelâ kumaş parçalarını teğellerler ve müşteri üzerinde en az iki prova yapar, ufak tefek hatâlarını düzeltir; ancak ondan sonra dikiş işine girişirlerdi. Son hâlini alan elbiseyi, ütüler ve askılıklara yerleştirir ,müşteri geldiğinde ise paketleyip teslim ederlerdi. Ha, bir de kendi aralarında bir mütehassıslaşma yaşadıklarına da değinmek gerekir. Tabelâlarında "Kadın terzisi","Erkek terzisi" yazardı.

Nasıl ki tüfeng icât oldu ve mertlik bozulduysa, konfeksiyon sanâyii geldi ve terzihânelerin üzerinden bir silindir gibi geçti. Pek azı, belki de en usta ve uyanıkları ayakta kalabildi. Diğer dükkânlar birer birer kapandı. Mâlûm, terzilik ile konfeksiyon arasındaki fark, ilkinin bireysel diğerinin ise kitlesel bir üretim yapmasıdır. İlki doğrudan müşterinin vücûdunu , diğeri ise anonim bir ölçüyü esas alır. O sebeple konfeksiyonda aynı ölçü pek çok vücûda yukarıdan aşağıya giydirilmek istenir. Yâni konfeksiyon totaliterdir. Hâlbuki terzilikte doğrudan her vücût müstakilen değerlendirilirdi. Konfeksiyonda standart bir ölçüye mahûm edilen müşteriler için ,giysinin vücûda tam oturması nâdirattandır. Çünkü, meselâ belce aynı ölçüye dâhil edilen vücutların kimisinde omuz, kimisinde kol dayatılan ölçünün dışındadır.

Terzilik mesleği artık büyük ölçüde târihten silindi. Ama dilde, pek çok benzetmeye ilham vererek yaşıyor. Hatırlıyorum; merhûm Şerif Mardin ,1990'larda olsa gerekir, kendisi ile yapılan bir mülâkatta ,yaptığı işi terziliğe benzetiyordu. "Ben bir bilgi terzisiyım. İşim, dağınık bilgileri birbirine dikmek ve bir elbise yapmaktan ibârettir" diyordu. Bu benzetme bana çok tesir etmişti.

Geçenlerdeki bir görüşmemizde , kıymetli dostum Prof.Dr. İskender Pala, Yûnus Emre'nin o pek meşhûr şiirinin yanlış ezberlendiğine işâret etti. "İlim ilim bilmektir" diye başlayan o hikmetli, muhteşem şiirin bu ilk mısrâsının aslının ,"İlim, ilmek ilmektir" olduğunu hatırlattı. Demek ki Yûnus da epistemolojisinde terziliği çağrıştıran bir bakışı dile getiriyor.

Konfeksiyon elbetteki kadim terziliğin modern dünyâda bir türevidir. Onu hor gördüğüm ve dışladığım düşünülsün istemem. Bilgilerin demlenmesi ve olgunlaşması bâzen de konfeksiyonu icâp ettiriyor. Yine 1990'ların sonlarında olacak, merhûm Mehmed Şevetı Eygi'nin iştirak ettiği bir tartışma programını seyretmiştim. Orada Eygi, o mâhut sâkin üslûbuyla eleştirel fikirlerini izhâr etti. İştirakçilerden birisi, eleştirileri üzerine alarak, haşin bir üslupla Eygi'ye saldırdı. Eygi onu gâyet sâkince dinledi. Söz sırası kendisine geldiğinde, "Vallahi ben herhangi bir vücûdu hesaplamadan bir elbise diktim. Ama anlayabildiğim kadarıyla bu arkadaş o elbiseye göz koymuş. Buyursun, giyip gitsin. Kendisine helâl ediyorum" deyivermişti. Bu hâdise de bana pek tesir etmişti. Gâliba bilgi terziliği de bir safhadan sonra dönüşmek zorunda kalıyor , hele hele bilgiler bilgeliğe taşınmak isteniyorsa konfeksiyonculuk şart oluyor. (Nurettin Topçu'da da aynı olgunluğu görmüşümdür).