İtiraf etmeliyim ki, BM'nin kuruluşunun 80. sene-i devriyesi için yapılan toplantı, orada yapılan konuşmalar ve bunun hemen akabinde Beyaz Saray'da tertip edilen; Trump ve Erdoğan'ın başkanlık ettiği müzâkereler bu yazının ikinci bölümü için tasarladığı değerlendirmeleri yeniden şekillendirdi.
Evvela BM için bir şeyler yazmak istiyorum. Artık herkes farkında ki, II.Umûmî Harp sonrası kurulan tekmil yapılar ve bu dünyâyı idâre eden kâideler hızlı bir çöküş içinde. BM de bunlardan birisini meydana getiriyor. Âdeta su alan ve neredeyse yarı yarıya batmış bir gemide toplanıldı. Bunu küçümsendiğim zannedilmesin. Her ne kadar köhnemiş olsa da dünyânın ahvâline dâir tekmil muhasebeler, sağlamalar orada yapılıyor. BM hâlâ en başat uluslararası forum olarak vazife görüyor. Çok sayıda devlet başkanı, başbakan ve yüksek dereceli liderin yaptığı konuşmaların bilançosuna bakıldığında bu târihî toplantıda kesin olan bir şey var: İsrâil faşizmi kesin olarak lânetlendi. Türkiye Cumhûrbaşkanı Erdoğan kendisinden beklenen konuşmayı yaptı. Gazze kasabı Netanyahu'nun yaptığı konuşmada ortaya çıkan manzara, çoğunluğun salonu terk etmesi bunun nişânesi oldu. Hâsılı toplantı, kesin olarak İsrâil ve siyonizmin lânetlenmesiyle neticelendi. Bu da azımsanacak bir şey değil. Demek ki insanlıktan ümidi kesmemek için elimizde hâlâ bir şeyler var.
Türkiye-ABD müzâkerelerine gelince bunu husûsî olarak değerlendirmek icap ediyor. Evvelâ bir şeye dikkat çekmek istiyorum. Yaklaşık 2 saat devâm eden bu müzâkereler Türkiye'de henüz olgun bir tartışma zeminine taşınmış değil. Medyadaki değerlendirme programlarının bir kısmına baktım. Ortada iki temel görüş var. Muhalif kanadı temsil eden , kâhir ekseriyetinin derdi buradan iç siyâset için malzeme çıkarmak olan gazeteciler bu müzâkerelerin aslında müzâkere bile olmadığını, Türkiye'nin ABD'ye mutlak teslimiyeti mânâsına geldiğini iddia etti. Bu toptancı değerlendirmeyi, müzâkerelerin medyaya sızan kısmına bakıp yaptılar. Hâlbuki müzâkerelerin esas ve en uzun kısmı basına kapalı olarak yapıldı. Kimse içeride neler konuşulduğunu ve ne gibi anlaşmalar sağlandığını bilmeden bu hükmü veriyor. Buna mukâbil diğer kanattaki gazeteciler ise Beyaz Saray toplantısının Türkiye için muazzam bir kazanım olduğunu iddia ediyor. Onlar da meselenin künhüne vâkıf olmadan konuşuyor ve yazıyorlar. Hepsini çöpe atmak için o kadar çok sebep var ki..
Toptancı bir hüküm vermemek gerekiyor. Basına açık yapılan kısımda Sayın Erdoğan sâdece 1 dakika civârında konuştu. Trump ise 20 dakikayı aşan izahatlarda bulundu. Hâl böyle olunca toptan bir değerlendirme yapmanında imkânı zora girdi. Trump gibi mahdut bir İngilizceye sâhip, muğlâk ifâdeler kullanan , üstelik bir dediği diğeriyle tutmayan , sabah söylediğini akşam yalanlayan, tutarsız çıkışlar yapan bir liderin izahatları ne kadar kaale alınabilir. Türkiye sefiri Barrack'ı da aynı hatta görebiliriz.
Bunların içinden belki de çok somut olanları ayıklayıp üzerinde düşünmek gerekiyor.
Trump'ın Erdoğan medhiyelerinin ne menfi ne de müspet bir karşılığının olduğunu düşünmüyorum. Buralara takılmamak gerekir. Gördüğüm o dur ki, Türkiye Beyaz Saray'da hayli zamandır muhatabı olmadığı bir hüsn-ü kabûle mazhâr oldu. Bunu, ABD'nin artık Türkiye'ye bir şekilde, şu veyâ bu niyetle "ehemmiyet verdiği" olarak değerlendirmek en doğrusudur. Bunu, ABD'nin Türkiye'ye kıymet verdiği şeklinde algılamak ve yorumlamak ise kompleksli ve yüzeysel bir bakışı ifâde eder. ABD , hele hele Trump gibi bir MAGA'cı, iki istisnâ hâricinde; o da ikinci derecede olmak üzere bu dünyâda kendisinden başka hiçbir devlete ve millete değer vermez. Bu istisnâlar İsrâil ve Britanya'dan başkası değildir. Trump, bırakın Türkiye'yi Kıt'a Avrupasına bile kıymet vermez. ABD'nin dünyâsında üç kategorinin dolaştığını düşünüyorum. Ehemmiyet verilen, ehemmiyet verilmeyen ve lânetlenen devletlerdir bunlar. Kategorik olarak bakıldığında Türk-Amerikan münâsebetlerinin ehven olduğu zamanlar ise daha çok Cumhûriyetçilerin iş başında olduğu devirlerdir. Türkiye umûmî olarak Demokratlar'ın dünyâsında hanidir ihmâl edilebilir olmak ile lânetlenmiş olmak arasında seyretmiştir. Biden devrinde doz hayli kaçmış, Türkiye'yi ihmâl etmekle kalmamış, bizi hemen her fırsatta lânetlemenin yollarını zorlamıştır. Trump bir Cumhûriyetçi. Hâl böyle olunca Türk-Amerikan münâsebetlerinin ehven bir hatta çekilmesi için bir fırsat olduğunu düşünebiliriz.