Kaygılılar ve kaygısızlar

Evet, meslekleşmedeki dikey mobilizasyon daha çok erkekler içindi. Hekimlik-mühendislik , mülkiyelilik , hukukçuluk ve tabiî ki kurmay askerlik meslekler dünyâsının en değişmez ve gözde sütunlarıydı. Ama meslekleşmenin ana sâiki kamusal idealler veyâ en azından fonksiyonları icrâ etmektii. Bu açıdan solcular ile sağcılar arasında, terminolojik farklar dışında bir fark yoktu.
1980'lerde her şey hızla değişti. Bildik mesleklere rakip nevzuhûr meslekler türedi ve modern dünyânın bildik meslekleri aşınmaya başladı. Bunu çok net olarak mühendislik mesleğinde görebiliriz. Mesela artık jeolog, inşaat veyâ orman mühendisi olmanın hiçbir esprisi kalmamıştı. Devleti değil, piyasayı , oradaki fırsatları kollayan ve kovalayan işletmecilik (business administration) ile eşleşen yırtıcı yeni bir mühendislik türemişti. Garantili lâkin rutin işlerin yapıldığı devlet dâirelerine kapağı atmaktansa, ne kadar güvensiz de olsa içinde zenginleşme fırsatlarının yattığı piyasaya atılmak daha gözde hâle gelmeye başlamıştı. Meslek tahsili , o konuda bilgi biriktirmek ve derinleşmek için değildi artık. Diplomalar daha çok bir kartvizit vazifesi görüyordu. Hattâ , piyasada tahsil almamış, diploması olmamakla berâber başarıyı yakalamış çok sayıda alaylı vardı. Evet Çetin Altan kısmen haklıydı. Devletle çalışmak, kamusal ağda takılı kalmak mesleklerin özerkliğini zedeliyor, meslek etikleri gelişmiyordu . Ama onu bozan ve yerini alan dinamikler ortada etik nâmına bir şey bırakmıyordu.
Hummalı bir kariyerizm ortalığı kasıp kavuruyordu. Evet artık meslekleşmenin karşılığı olarak profesyonelleşme kelimesi tedavülden kalktı. Bunun yerini kariyer ve kariyerizm kelimeleri aldı. İlkinden farkı , hiçbir evresinde garantinin olmadığı, dinamiğinin kaygı olduğu , zekâ ve fırsatçılığın yönettiği bir dünyaydı bu. Kaygı, ya kaybedersem, ya geçilirsem kaygısıydı. Verimsizlik bahanesine sığınılarak kamusal ağların paramparça edildiği düpedüz sosyal darwinist bir sürece itiliyorduk. Kaybedenler için yapılacak bir şey yoktu. Onlar becerememişler ve düşmeyi, kaybetmeyi hak etmişlerdi. Sanki Atları da Vururlar filmini seyrediyorduk. Eğitim ve öğretim hayâtı da bundan nasibini aldı. Kariyerizm ve rekâbetçilik eğitim ve öğretim kurumlarında vaftiz edildi. Emniyetsiz bir gelecekle terbiye edilen X ve bilhassa Y nesilleri bu kültürel dalgalarda boğuştu durdu.
Bütün bunlar kamucu tecrübelere yüklenen verimsizliği aşmak adınaydı. Öyle ya, rutinleşmiş ve bürokratikleşmiş düzenlerde verimlilikler düşüyordu. Ama buna alternatif olarak yerleştirilen yeni düzende () bir verimlilik artışı sağlanabildi mi Rakamlar hiç de bunu söylemiyor. Kaygı bozukluğunun yönettiği bu yeni yapıda verimlilik bir düş olmanın hâricine çıkmadı. Ne yaygın emniyet duygusuna dayalı ne de kaygı bozukluğunun hüküm sürdüğü dünyâda verimlilik sağlanamayacağını yaşadığımız tecrübeler üzerinden artık anlaşıldı. Verimliliği arttıracak tek unsurun kaygı değil, düpedüz