KAAN üzerine

Kaan uçağının ilk test uçuşu başarıyla gerçekleşti. Binlerce Türk mühendisi ve teknikerinin ortak gayreti nihâyet meyve verdi. Garip olan husus, bâzı çevrelerin bu başarıyı küçümseme, gözden düşürmek gayretiyle ortaya dökülmüş olmasıydı. Ataları , Osmanlı'da "Ocakçı istemezikçüler" olarak bilinen bir çevre bu. Kaan'ın motorlarının yurt dışından getirtilmiş olmasını, muhalefet etmelerinin merkezine koyan açıklamalar geldi bunlardan. Motorlar dışarıdan geliyorsa, Kaan'ı milli uçak olarak lanse etmek ne kadar doğru olabilirdi ki 70'li senelerde Erbakan Hoca, propagandalarında modernleşme azim ve kararlılığında olan milletimizin en hassas meselesi olan sanâyi hamlesinin bayrağını yükseltiyordu. Doğrusu o bayrak hanidir yerlerde sürünmekteydi. Kurucu modernistler, modernleşmenin en kalbî meselesi olan sanayileşmeyi başaramamış; bu açığı da meseleyi kültürel bir savaşa tahvil ederek kapatmak istemişti. Sanayileşmenin başarılamamasının yegâne sebebi, kültürel ve zihnî olarak buna hazır olmamamızdı. Sanayileşme nihâyetinde bir mühendislik meseleydi; ama bunun başarılabilmesi için esaslı bir zihniyet devrimine ihtiyaç vardı. O da, kültürel bir seferberlik ile sağlanabilirdi. Din, gelenek ve hurâfelerin zihniyet dünyâmızdan kovulması evveliyetli bir meseleydi. Hâsılı, Mekteb-i Mülkiye ve Mekteb-i Harbiye modernistleri, şu veyâ bu sebeple başaramadıkları bir ev ödevini başka bir evveliyete dayandırarak başlarında atıyorlardı. Beyaz Türkler olarak anılan bu çevrelerin günümüzde yaşadıkları kültürel kütleşmede esas rol oynayan da bu savsaklamadır. Anlayamadıkları husus, Mekteb-i Mühendishâne'nin târihsel-kültürel dünyâsıydı. Esâsen mühendislik âlemi başından beri statik-dinamik dengesiyle düşünen bir iklime sâhip olagelmiştir. Yâni muhafazakâr ethos mühendislerin zihin âlemine, bir sevk-ı tabiî olarak içkin olagelmiştir. Bir mühendisin katıksız, radikal bir devrimci olması biraz da tuhaf bir durumdur. Muhtemelen onun bu durumu kendisini, arkadaşlarının pek çoğunun gözünde, dinamik hesapların büyüsüne kapılmış, statik hesapları gözden kaçırmış bir fanatik; daha mühimi aldığı tedrisâtın hakkını vermekte gaflete düşmüş bir kişi mertebesine düşürecektir. Yâni mesele şuydu: Mülkiye ve Harbiye ittifâkına bağlı modernistler, modernleşmenin Mühendishâne cephesiyle derin bir çelişki içindeydiler. Nitekim, Süleyman Demirel, Necmeddin Erbakan ve Turgut Özal gibi İTÜ'lü mühendisler nesli, modernleşmeyi bürokratik eksenden çekip, meşrebi ve mezhebi muhafazakârlık olan mühendisliğin potasına yerleştirmek için büyük bir mesâi ortaya koydular. (Hoş, devrimci ODTÜ mühendisleri ise ancak meslek odasını elinde tuttu; zaman içinde alabildiğine sekterleşti ve İTÜ'lülere karşı kategorik bir istemezükçü blok kurmaktan geri kalmadı).Süleyman Demirel, sanayileşme açısından mühim altyapı hizmetlerine imzâ attı. Ama ne de olsa zihninin bir tarafı hâlâ bürokrasi ile bitişik olduğu için hayli pısırık kalıyordu.. İşte Erbakan Hoca, tam da bu noktada iki boyutlu bir hareket başlattı. Hem kültürel bir rövanşizm kampanyası başlattı; hem sanayileşme işinde en radikal adım sayılan ağır sanâyi hedefinin bayrağını açtı. Erbakan Hoca, meslektaşı ve fakülte arkadaşı Demirel'i montaj sanâyisi kurmakla suçluyordu. Esas yapılması gereken ağır sanâyi inşâ etmek ve motor üretimini başarmaktı. Aslında Erbakan'ın trajedisi, pek çok mühendiste olduğu üzere, meseleyi sâdece bir teknoloji meselesi olarak görmesiydi. Hâlbuki mesele her şeyden evvel ekonomikti. Sanayileşmeyle refaha kendiliğinden ulaşılabileceğini düşünüyordu. Hâlbuki 1970'lerden başlayarak bizzat kapitalizmin iç çelişkileri sanayi yapılarının zemininde hasarlar üretmeye, refah toplumlarının kurumlarını sarsmaya başlamıştı. O günlere kadar sâdece sanayilere araçsal olarak hizmet veren teknolojinin, başta chip devrimi olmak üzere yeni buluşları da bunda rol oynamaya başlamıştı. Teknolojik gidişât, sanayi yapılarının iç çelişkilerinin doğurduğu tahribâtı hızlandırıyordu. Neticede sanayiye dayalı eski modeller aşınıyor; insanlık hızla, teknoekonomik yeni bir modele doğru hareketleniyordu. Bizde Turgut Özal ki, o da bir mühendisti, şu vaya bu derecede bu gelişmelerin