Modern dünyânın zihnî dünyâsı hummalı bir nesneleştirme arzusu üzerinden şekillendi. Bunun maddî arkaplânında hiç şüphesiz, kapitalist iş ve işlemlerle işleyen kapitalist sermâye birikimin dinamikleri yatmaktadır. İnsanın duygularından tamâmen arındırılmış, dolayısıyla herhangi bir ahlâkî engelle çarpmayan bir dünyâdır bu. Burada herşey alabildiğine yalıtılmış; kendisine indirgenmiş, kendi kendisinin gâyesi hâline getirilmiştir. Meselâ ekonominin amacı sâdece kendisidir. Kâr maksimizasyonu tam da bunu anlatır. Mütevvefa ekonomist Andre Gorz'un ifâdesiyle ekonomide herşeyin br değişim değeri vardır ama ekonominin kendisinin bir değişim değeri yoktur.
Modern dünyânın tekmil yapıları bu ilkeye göre şekillenmiştir. İlkenin felsefî ismi akılcılıktır. Descartes, Leibniz vb Kartezyenler akılcılığı kuvvetli bir şekilde işlemişlerdir. İş felsefede kalmıyor. Pratikte mesela bürokraside bunun bir yansımasını görüyoruz. Nitekim târihçi Weber'in teorik düzlemde uzun uzun anlattığı üzere modern bürokrasinin iş ve işlemleri yürütme tarzı da ,içinde herhangi duygu ve ahlâkî kaygı gütmediği, sâdece işin kendisine odaklandığı ve onu en mükemmel şekilde başarmaya odaklı bir tarzdır. Modern bürokrat işini nesnelleştirir ve akılcı bir dâirede başarır.
Modern siyâsetin, kendisini kuşatan ahlâkî endişelerden arınmayı ve onu çıkarların maksimize edildiği bir çerçevede yürütmeyi esas alır. Buna, bilindiği üzere reelpolitik denir. Modern dünyâda moralpolitik es geçilir.
Modern bilim de bundan nasibini alır. Nesnellik baştacı edilir. Modern bilim insanı, laboratuvarına duygularını sokmaz. Tabiat, eşyâ tepeden tırnağa nesnelliğine indirgenir. Ama en vahimi, aynı metodun beşerî bilimlere de tatbik edilmesidir. Modern beşerî bilimler külliyâtının esaslı bir kısmı bunu temsil eder. Meselâ modern sosyolojinin doğuşunda yoğun bir insansızlaştırmaya şâhit oluyoruz. Bahse konu olan toplum alabildiğine insansızlaştırılmış; elbette kapitalizmin gereklerine uygun olarak bir dizi işbölümüne ve işlevlere indirgenmiş olarak târif görür.
Şimdi başka bir açıdan bakalım. Kapitalist birikimin bir başka dinamiği büyük kitlelerin sâhip olduğu varlıklara çökmek, onları mülksüzleştirerek dünyâ varlıklarını tekelciliğe evrilen bir mülkiyet ağında toplamaya dayanır. Kapitalist birikimin başarılması için bilhassa küçük köylülüğün ve küçük mülkiyetlerin tasfiyesi esastır. Bunun küresel ölçekte bir karşılığı da vardır. Sömürgecilik ve onun son sürümü olan emperyalizm tam da bunu ortaya koyar.
Bu kadarlık bir özetleme bile kapitalizmin ne kadar vahşi bir süreç olduğunu göstermeye yetiyor. Gelin görün ki, bu büyük vahşeti örgütlemek kolay iş değildir. Onu arındırmak ve olduğundan başka göstererek yürütmek gerekir. Sosyal teoride buna estetizasyon denir. Doğrusu, bu satırların yazarı olarak bahsi geçen olguyu aydınlatacak, ilâhiyattan devşirilmiş daha tesirli bir karşılık olduğunu düşünürüm Orada Hristiyanlığın kültür kodları dâvet edilir. Buna vaftiz de diyebiliriz. Birikimin sâhipleri veyâ tekelleri burada bir kültür ilüzyonu yaratır. İlüzyonun ismi medeniyettir. Her çökme, talan, gasp medeniyet odasında vaftiz edilerek hegemonik olarak yeniden üretilir.. Amerikaların talanı, aslında talan değil, oraların vahşi, geri topluluklarına medeniyet götürmek için medenî dünyânın "fedâkârane" gayretleri olarak takdim edilir.
Kapitalist dünyâda birikimi elinde tutanlar, birikimin bir kısmını kendi toplumlarına akıtarak sağladıkları refâhı da bayraklaştırırlar. Aslında bunun doğrudan yeniden bölüşümle alâkalı olduğunu, siyâsette Batı medeniyetinin müftehir olduğu insan hakları, hukuk ve demokrasi gibi değerlerin bununla bağlantılı olduğunu bu köşede defâlarca yazmış olduğumu hatırlıyorum. Kendilerini dünyâya sunumlarken, talan gözden kaçırılır ve esas Batı medeniyetinin bu değerlerde olduğu imlenir. Hâlbuki bu değerlerin doğrudan talan ile bağı vardır. Esâsen bu hikâye safdil entelektüalizmin afyonu da olabilen bir perdelemedir bu. Kapitalizmin derin krizleri bu toplumları sarmaya başladığında hepsinden en başta kendileri vazgeçerler. 1929 ağır ekonomik krizinin hediyesinin nazizm, faşizm ve türevleri olduğunu biliyoruz. Nazizm, darası alınmış Batı'dır. Tabiî ki bunun bir yol kazâsı olduğu ve bir daha tekrarlanmayacağı söylenmiştir.(Burada yine ilâhiyatları devreye girmiş ve hemen günah çıkarak bu işten sıyrılmışlardır). Ama günümüzde yaşanan krizler aynı sahneleri yeniden kuruyor. "Medenî" Evropa'da ve özgürlükler diyârı ABD'de aşırı sağın önlenemez yükselişi, demokrasilerin kirişlerinin yerinden oynaması, "medenî" olduğu söylenen kurumların işlevsizleşmesi tam da bunu ortaya koyuyor. Batı'nın makyajı dökülüyor ve olanca çirkinliği ile yakalanıyor.