Ekonomi ve savaş

Rusya'da Shoygu'nun vazifeden alınması ve yerine ekonomist kökenli Beluosov'u atanması çok mühim bir gelişme sayılmalıdır. Bu, Rusya'nın Ukrayna savaşının yakın bir gelecekte sona ermeyeceğini ve giderek boyut değiştirerek genişleyeceğini düşündüğünü ortaya koyuyor. Rusya'nın daha büyük bir hesaplaşmayı dikkâte alarak tekmil ekonomisini savaşa göre yapısal bir değişime tâbi kılmaya mâtuf bir karar verdiğine işâret ediyor. Dünyâ târihinde eldeki, muhtemel bir savaş için hazır tutulan kapasiteler üzerinden kısmî ve mahallî ölçekte savaşlar yaşanabilir. Çok defâ arkasından ateşkesler, barış anlaşmaları ve normalleşmeler gelir. Lâkin, savaşların toptekûn olarak ekonomiyi dönüştürmesi çok farklı bir durumdur. Bu, savaşların yayılacağına ve belli bir mahâl ile sınırlı kalmayacağına işâret eder. Ekonomilerin savaşcıl bir mâhiyet kazanması sâdece Rusya'da görülmüyor. SIPRI verileri Avrupa ve Asya'nın da da benzer bir yapısal dönüşüm içinde olduğunu ortaya koyuyor. Bu tehlikeli gidişattan geri dönüş olabilir mi Meselâ, Rusya-Ukrayna savaşının şöyle veyâ böyle neticelenmesini ve bir anlaşmayla daha büyük bir savaşın önüne geçilebileceğini öngörebilir miyiz Ekonomilerin yapısal dönüşümü olmasaydı belki barış umudumuz diri tutabilirdik.. Ama artık bunu beklemek boş bir beklenti olacaktır. Savaş ortamlarını doğuran sebepler ekonomiden geliyor. Bunun çeşitli merhaleleri mevcut olduğunu söyleyebiliriz. Savaş ilk olarak ekonomik olarak başlıyor. Kur ve ticâret savaşları olarak seyrediyor. Nihâyet ekonomilerin yapısal olarak savaşcıl bir dönüşüm geçirmesine ve savaşların patlak vermesine sebebiyet veriyor.En derinde, ABD'nin ve Avrupa'nın Çin ile arasındaki rekâbette avantajlarını kaybetmeleri yatıyor. Batı sermâyesinin Çin'e yaptıkları yatırımlardaki beklentisi iki boyutluydu. II. Umûmî Harp sonrasında dünyâ, Batı üretim tekelleri üzerine inşâ edilmişti. Ne var ki, zaman içinde Batı'da yükselen vergi ve ücretler, üretim mâliyetlerini arttırmıştı. Mâliyet artışları verimlilik artışı ile seyretmiş olsaydı mesele kalmayacaktı. Lâkin öyle olmadı. Mâliyet artışlarını verimlilik kayıpları tâkip etti. Bu, kapitalist ekonomik aklın kabûl edemeyeceği bir şeydi. 1970'lerdeki ABD-Çin yakınlaşması aslında sermâyenin merkezkaç talebini karşılamak içindi. II. Umûmî Harp sonrasında Japonya ve Almanya'nın, sermâyenin genişlemesi dinamiğine dayalı olarak yeniden yapılandırılması iyi bir tecrübeydi. Buna şimdi Çin'in eklemlenmesi öngörülmekteydi. Çin sâdece mâliyetlerin düşürüldüğü, verimliliğin yeniden sağlandığı devâsa bir üretim üssü olmakla kalmayacak; aynı zamanda devâsa bir tüketim üssü hâline gelecekti. İşler bir müddet beklendiği gibi gitti. Ama zaman içinde Çin, emek yoğunluklu üretimden sermâye yoğunluklu üretime geçti. Nihâyet, evvelâ çalıp kopyaladığı, daha sonra ise kendisinin geliştirdiği know how teknolojisi üzerinden kendi tekelleşmesini sağlamaya başladı. Batı başlangıçta Çin'i kendisine bağımlı kılmış; ne var ki, zamân içinde kendisi Çin'e bağımlı hâle gelmişti. Meselâ II. Umûmî Harp sonrası dünyâ ticâretinde en büyük hacim ABD-AB arasındaydı. Zaman içinde Çin, sâdece ABD pazarını ele geçirmekle kalmadı; ABD'yi de Avrupa pazarında geriletti. İşte kur ve ticâret savaşlarını başlatan da bu oldu. Ticâret savaşları, küresel ekonomi şampiyonluğunu yapan ABD'yi neomerkantilizm olarak niteleyebileceğimiz korumacı tedbirler almaya sevk etti. Çeşitli tedbirlerle Çin mallarının ABD'ye girişine mânî olunmaya başlandı. Huawey'e uygulanan yasak, TIC TOCK karârı, Çin elektrikli otomobillerine konulan ağır vergiler vd uygulamalar ticâret savaşının ne kadar çetin geçmekte olduğuna işâret ediyor. Geçen sene ABD, Çin'i gerileterek en büyük alımını Meksika'dan yaptı. Rusya'nın düşmanlaştırılması ve Rusya-Ukrayna savaşının tezgâhlanması, Avrupa'nın enerji açısından ABD'ye bağımlı kılınmasını sağladı.Bu aynı zamanda Çin'in Avrupa'ya ulaşan Kuzey ticâret