Ekonomi, siyâset ve nüfûs

70'li senelerin sonlarıydı. Artık hayâtta olmayan bir büyüğüm ile sohbet ediyordum. Elinde İngilizce yazılmış "Dünyâ Nüfûsu" başlıklı bir kitap vardı. Sorduğumda bana, "Önümüzdeki asrın en büyük sorunu bu olacak" demişti. O zaman çok yadırgamış, hattâ küçümsemiştim. Meğer ne kadar haklı ve öngörülüymüş.. Kapitalist toplumlar eşitsizliğin hüküm sürdüğü sınıflı toplumlardır. Dolayısıyla toplumsal hayâtlarda sınıf çatışmaları da kaçınılmazdır. Bu çatışmaların sermâye-emek çelişkisine dayandığı da ezber bir bilgidir. Sınıfsal mücâdelelerin çok yoğun ve keskin yaşandığı 19. Asırda Marx'ın da içinde bulunduğu bâzı sosyalist ideologlar, bunun târihsel bir fırsat olduğunu düşündüler. Aşırı bir çıkarsamaydı bu. En başta da, tahlil seviyesinde hayâtın maddî yapılarına öncelik veren kendi metodlarına aykırıydı. Maddi unsurların belirleyiciliğini vurguladıktan sonra, târihin değiştirici gücü olarak ideolojik -siyâsal mücâdele gibi gayrımaddî yapıların seferber edilmesinden başarı beklemek gibi mantıkî bir hatâydı. Nitekim Paris Komünü'nde olduğu üzere, modern devletlerin bürokratik ve silâhlı güçlerini kullanan kapitalist sınıflar işçi sınıfı hareketlerini ezmekte son derecede başarılı oldular. Gâliba atlanan sermâye-emek çelişkisinde, emeğin sistemin nesnesi olduğunun atlanmış olmasıydı. İkinci derin çelişki ise Marx'ın antikapitalizminin zannedildiği kadar antikapitalist olmamasıydı. Marx temelde, kapitalizmin üzerinde yükseldiği sanâyinin ve teknolojinin insanlığı geliştiren çok ileri bir târihsel adım olduğuna inanıyordu. Sosyalist bir toplum olsa olsa, kapitalizmin bağrından, onun sağladığı târihsel bir fırsat olarak tezâhür edebilirdi. Bu da yine mantıkî bir hâta olarak, sanayi ve teknolojiyi, o çok kaçındığı formel mantığa çok uygun olarak kapitalizmden ayrıştırması mânâsına geliyordu. Hâlbuki, eşyânın rengi nasıl ondan ayrılamazsa, sanâyi ve onu besleyen bilim ve teknolojinin târihi de kapitalizmden ayrıştıştırılamazdı. Nitekim kapitalist dünyâ ile bilim, teknoloji ve sanayileşme yarışına girişen pratik sosyalizmin, evvelâ Sovyetler Birliği'nde, daha sonra da Çin'de olduğu üzere kapitalizme kolayca evrilmesi de bu sebeple oldu. Marx, kapitalizmi, tekmil kurum ve kuruluşlarıyla toptan yıkmak isteyen Bakunin vd anarşistleri entelektüel olarak gelişmemiş buluyordu. Hâlbuki onların çocuksulukları bir tarafa, radikallikleri daha doğru bir teşhisi temsil ediyordu. Sosyalist bir toplum kapitalizmin bağrından değil, olsa olsa toptan yıkımı üzerinden gelişebilirdi. Hâsılı en azından nazarî olarak daha tutarlıydılar. Kapitalizm, 19. Asır boyunca hırpaladığı, ezdiği işçi hareketlerini, II. Umûmî Harp sonrasında yatıştırarak nesneleştirme yolunu seçti. Yoz, lümpen bir orta sınıflaşma tam da bunu anlatır. İbn-i Haldun'un kavramıyla "ümranlaşan" işçi sınıfının târihi dönüştürmek iddiası da çöktü. Kapitalizmi içinden çıkılmaz sorunlara yuvarlayan süreçler kapitalizmin işçi sınıfını nesneleştirme gayretlerinin eseridir. Bilhassa orta sınıflaşma süreçleri sâdece işçi sınıfının siyâsal-ideolojik mücâdele azmini kırmakla kalmadı; kapitalizmin verimliliklerini de düşürdü. Palazlanan ve mâliyeti artan yeni orta sınıf işgücü zamân içinde bir de iş beğenmez oldu. 1960'ların ortalarından başlayarak kapitalist toplumlarda, o mâhut tam istihdam eşiği kırıldı ve işgücü açığı doğdu. Açık, artık iyi kötü siyâsal bağımsızlıklarını elde etmiş, lâkin halkları açlıktan kıvranan proleter uluslardan devşirildi. Son derecede düşük ücretlerle çalışmaya âmâde olan bu topluluklar, orta sınıflaşmış işçi sınıflarının beğenmediği en pis işleri yapıyorlardı. Zamân içinde bu nüfûs trafiği kontrol edilemez hâle geldi. Kendi içinde bir çevrimi oluştu. İlk gelenler orta sınıflaşıyor, yerleşik