Cinnet

Bir sabah, tepeden tırnağa silâhlı, komando eğitimi almış, sayısı belli olmayan, belki yüzlerce, belki binlerce HAMAS mensubu Filistinli savaşçı Gazze'yi senelerdir bir açık hava hapishânesine çevirmiş olan duvarları, tel örgüleri aşarak İsrâil'e saldırdı. Yüzlerce sivil İsrâilli esir alındı, yüzlercesi de öldürüldü. Bu hâdiselerin görüntüleri de kısa bir zaman içinde sosyal medya üzerinden dünyâ kamuoyuna servis edildi. Bu sûretle HAMAS'ın ne kadar vahşi, kan içici bir örgüt olduğu ispatlanmış; İsrâil devletinin elinde, vereceği karşılığı meşrû gösterecek kadar malzeme toplanmış oldu Mesele de zâten buradaBu hâdise, "Şiddet; Nereden Nereye" başlıklı, üç bölümlü yazımla çakıştı. Orada bir husûsa dikkât çekmeye çalışmıştım. İzninizle hatırlatayım: En geniş mânâda medeniyet, daha dar ve kurumsal mânâda devlet, şiddetin disipline edilmesini ifâde eder. Belki teorik ve ideal mânâda medeniyet hâli şiddetsizliktir. Ama onun çok uzağında olduğumuz âşikâr. Bu durumda, hiç değilse şiddetin kısıtlanması, kontrol edilmesi gibi ara hedefler değer kazanıyor. Bilhassa devletli medeni iddia da buna soyunuyor. Şiddet tekeli dediğimiz bir durum ile karşılaşıyoruz. Devlet, târihin derinliklerinden getirdiği niteliği ile bir kılıç kullanma tekelidir. Devletler, pek çoğunun târihi kahramanlık ile eşkıyalığın (epic banditry) garip bir şekilde örtüştüğü sivil şiddet odaklarını bastırır. Devletlerin otoritesinin teb'alar tarafından kabûlü, bir bakıma bu sürecin de tamamlanmasına işâret eder. Artık kılıç, kanonik usuller dâiresinde devlettedir. Eğer devlet, şiddeti eşkıya gibi kullanırsa devlet vasfını ve otoritesini kaybeder. Mesele şiddetin dozundan çok, ne sıklıkla ve ne gibi durumlarda kullanıldığıyla alâkalıdır. Bu da şiddetin meşrûluk sınırlarını belirliyor. Devletlerin çok zecrî, hattâ kanlı usulleri kullanması değildir mesele. Mesele, bunu en son çâre olarak değil de, konvansiyonel, alelâde hâle getirmesinde ortaya çıkar. Tabiî ki bunlar tekmil devlet-teb'a münâsebetinde câridir. Bunun hâricinde, devletler şiddeti dış dünyâya karşı da örgütler. Ordular kurar, fetihler yapar, talan işini icrâ eder. Devletler, eğer kapasiteleri varsa, talan işini eşkıyaya bırakmaz, kendisi usûlünce örgütler. Devletin şiddet ile alâkası akılcı bir yapıdadır. Bu, çeşitli dillerde farklı şekillerde tesmiye edilir. Fransızlar buna Raison d'etat derler, İngilizler ise Political Reason Bizde ise buna Hikmet-i Hükûmet denir. Şiddet gibi akıl dışı bir şeyi akılcılaştırmaktır bu. Kapasitesi, meselâ hazinesi sağlam olan devletler, Hikmet-i Hükûmet yolundan ayrılmaz. Devletin tekelinde tuttuğu şiddet kendisi için de bir risk olabilir. Beklenen, siyâsî aklın, seyfiyenin aklını gütmesidir. Meselâ Osmanlı, bunun tipik emsâlidir. Ordusu, ağırlıklı olarak ziraat ordusudur. Bu ordu barış zamanında çiftinde çubuğundadır. Yâni meşgûldür ve siyâsî akla rakip olmaz. Ama eğer ziraat işleri karnını doyurmazsa, çok kolay Celâlîleşir ve eşkıyalığa karışır. Sarayın beslediği profesyonel ordu ise hem çok elzem hem de çok risklidir. Eğer gelirleri düşerse onlar da şehir eşkıyası olur ve mütemâdiyen isyan ederler. Nitekim, Osmanlı son devrilerinde taşrada Celâlî, merkezde ise başıbozuklaşan Yeniçeriliğin arasında sıkışmış, bu cendereden ancak 19. Asrın başlarında kurtulabilmiştir. Pekiyi devletler akıllarını kaybedebilir mi Evet, maalesef bu da mümkün ve muhtemeldir. Bu tamâmen devletlerin kapasiteleriyle alâkalıdır. Kapasitesi azalmış devletlerin çığırından çıkmasına çok sık rastlanır. Zincirleme bir süreçtir bu. Kapasitesi zaafa uğramış devlet, kontrolü elinde tutmak için teb'asını, kabûl edilebilir sınırların ötesinde ezmeye başlar. Bu da şiddetin sivilleşmesine yol açar. Şiddetin yeniden sivilleşmesi, devletin kontrolünden ve tekelinden çıkması hâlinde devletler de can havliyle kendi kontrollerini kaybedip şiddetin dozunu arttırırlar. Netice tam bir cinnet hâlidir. Latin Amerika, Asya ve Afrika'da bu tarz örüntülerle