Felsefe dünyasını ikiye bölen soru
Necati Avcı: "Materyalizmin günümüze yansıması nasıldır"
Materyalizm ve İdealizm
Materyalizm maddeciliktir. İlk çağlardan beri ruha hitap eden her türlü inanç ve manevî değerleri inkâr eden bir felsefe akımıdır. İlk çağ filozofları ruhun mu, maddenin mi önceliği olduğu konusuna çok kafa yormuşlar, bu temel soru üzerinde ikiye bölünmüşler:
Dünyayı Allah mı yarattı, yoksa dünya ezelden beri var mıydı
Filozofların önemli bir kısmının, Allah'ın varlığının, maneviyatın, ruhun, düşüncenin, metafiziğin önceliğini savunmuş olduklarını burada söyleyelim. Maneviyatı savunan felsefeye idealizm denmiştir.
Bir kısmı ise maddenin asıl olduğunu, maddenin ezelî oluşunu, aklın, düşüncenin, ruhun, değerlerin ve maneviyatın sonradan maddeye eklemlendiğini savunarak düşüncelerini materyalist bir zemine oturtmuşlardır.
Risale-i Nur'un Ana Görevi
Materyalist felsefe modern bilimin kendi sistemini desteklediğini öne sürmüş, propagandasını fen ve teknoloji temelinde yapmış ve bu çerçevede ateist fikirler geliştirmiştir. Bu fikirler Batıda "pozitivizm" denen bir akımı doğurmuştur. Auguste Comte'ün fikir babalığını yaptığı Pozitivizm'e göre modern dünyada artık dine ve inançlara gerek yoktur, insan her türlü ihtiyacını fenle ve teknolojiyle giderecektir, fennin ilerlemesiyle insan ölümü yenecektir.
Geçtiğimiz yüzyılda bu fikirlerin uyuşturduğu bir insanlık tablosuna şahit olduk. Devletlerin kimisi daha katı bir tutumla Marksist bir şekle evrilirken, hemen birçoğu pozitivist bir yaklaşımla yönetim sistemlerinden dini uzaklaştırdılar. Kamu alanını dinden soyutlamak istediler. Dinin kendisini de güya pozitivist bir süzgeçten geçirip bir ulus dini ortaya koydular. Türkiye'de bir dönem devletin, ezanın ve ibadetin ana dilde olmasını savunarak dinin deforme edilme ısrarının altında yatan temel saik de bu yaklaşımdı. Bilim adamları bilim dünyasından dini çıkardılar ve buna akılcılık ve bilimcilik dediler.
Hatta bu yaklaşım öylesine abartıldı ki, gelecekte bilimin hâkim olmasıyla insanlığın artık yiyecek yapmaya ve pirzola pişirmeye ihtiyaç duymayacağı; yeme-içme ihtiyaçlarının tabletler halinde bilimin üreteceği haplarla karşılanacağı gibi akla ziyan iddialarda bulundular. (1935'li yılların gazetelerinde böyle iddialara rastlamak mümkündür.) Şairler makineleşmeyi din gibi savunan şiirler yazdılar.
Ortaçağda skolastik bir fikir çıkmazına sürüklenen Batının pozitivizme kaymasını anlamak mümkün. Fakat aklı kullanmayı ve ilim yapmayı ibadet sayan bir din olan İslâm'ın insanlığa dar geldiğini söylemek ve pozitivist arayışlara girmek doğuda tam bir dinî musîbet olmuştur. Bediüzzaman bu sapkınlığa, "dalâlet fenden ve ilimden gelse, izalesi müşküldür." (Mektubat) Sözleriyle işaret etmiş ve hayatını bu sapkınlığı çürütmeye ve terü taze iman esaslarını ispat etmeye adamıştır. Risale-i Nur böyle bir çabanın ürünüdür.