Nuran Hanım: "Aşk-ı mecâzî nedir Ne değildir Câiz midir"
Duyguların Üç Hâli
Aşk bir şeye şiddetli sevgi duymaktır. Allah'a şiddetli sevgi duymak Allah'ın hakkıdır. Ama sevgi duyulan bir beşer olursa orada durmak gerekir.
Muhabbetin de diğer kuvvelerimiz gibi üç hâlinden söz etmek mümkündür: İfrat, tefrit ve itidal. Muhabbetin ifrat hâlini; mecazî olsun, hakikî olsun, "aşk"la tanımlayabiliriz. Bediüzzaman (ra), "aşk, şiddetli bir muhabbettir"1 der.
Tefrit hâli, kalbin kin ve nefretle lebâleb doldurulmuş olmasıdır.
İtidal hâli ise, akl-ı selîmin hâkim olduğu sevgilerdir.
Hiç şüphesiz muhabbetin her üç hâli için de helâl-haram sınırı söz konusudur. Ancak itidal halinde akl-ı selîm tarafından yönlendirilmesi, diğer iki hâle nazaran daha kolaydır. İfrat hâlinde ise akl-ı selîm ve irade genelde muhabbetten geri planda kalmaya mahkûmdur. Bu, aşk-ı mecazî için de, aşk-ı hakikî için de böyledir.
Meselâ aşk-ı mecazî ile bir aşık, sevgilisinin yüzünü güneşten daha parlak görmekle akl-ı selîmden uzaklaştığı gibi; aşk-ı hakîkînin manyetik alanına girmiş olan, meselâ bir Yunus;
"Cennet, Cennet dedikleri; birkaç köşkle, birkaç hûri;
"İsteyene ver onları; bana seni gerek seni!" diyerek; aslında Cenab-ı Hakk'ın bin bir Esma-i Hüsnası ile tezyin edip tefriş buyurduğu Cennet gibi bir ikramını Cenab-ı Hakkın aşkı için hiçe saymakla, yine akıl terazisinden uzaklaşmaktadır.
Aklın Kayıp Noktası
Akl-ı selimle düşünürseniz, sevgilinin ikramı reddedilmez. Sevgilinin ikrâmı ile sevgili arasında neden bir tercih yapmak zorunda kalalım İşte bu soruyu soran, akl-ı selîmdir. Aşkın cazibe alanına kapılmış bir gönül bunları soramaz. ünkü bu alanda akıl mahkûmdur; akıl konuşmaz. Burada kalp konuşur, gönül konuşur; akıl susar ve akıl kalbe katlanır.
Fakat ne var ki, aşk-ı hakikî Allah'ın aşkı olduğundan; hiç olmazsa burada gönül Allah için tüm mâsivâdan geçmekte, mâsivâyı Allah için terk etmekte; Vedûd İsminin gölgesinde Allah'a yaklaşmakta ve neticede bu hâl ubûdiyete büsbütün aykırı olmamaktadır. Dolayısıyla aklın kontrolünü elden bırakmamak şartıyla aşk-ı hakikî hem caizdir, hem de feyiz ve kemâlât kaynağı olabilir.
Aklın kontrolünden çıkarak hata yaptığında; Cenab-ı Hak tarafından günahtan ve sorumluluktan muaf da tutulabilir. ünkü akıl terâzisini Allah'a olan aşkından dolayı kaybetmiştir.
Ancak her ne kadar hatadan mazur sayılsalar da, umuma feyiz ve kemâlât kaynağı teşkil etmez. ünkü cadde-i kübrâ sahibi olan Resûl-i Ekrem Efendimizin (asm) Allah'a olan bağlılığı, her şeyden önce ubudiyet ve kulluktan ibaretti. Hâlâ biz, O'nun Allah'ın kulu olduğuna şehadet etmekteyiz. Şu halde cadde-i kübrâ aşkta değil, kulluktadır.

13