Çamlıca tepesinde bir gün
Nejat ve Ali Beyler:
"Lem'alar'da, 26. Lem'a 11. Rica da Üstad Hazretleri şöyle diyor: "O sıralarda, en sadakatli zannettiğim bir arkadaşımda, umulmadık bir sadakatsizlik ve hatıra gelmez bir vefasızlık gördüm. Hayat-ı dünyeviyeden bir ürkmek geldi. Kalbime dedim: "Acaba ben bütün bütün aldanmış mıyım Görüyorum ki, hakikat noktasında acınacak halimize, pek çok insanlar gıptayla bakıyorlar. Bütün bu insanlar divane mi olmuşlar Yoksa şimdi ben divane mi oluyorum ki, bu dünyaperest insanları divane görüyorum" Her ne ise. Bu cümlede bahsedilen arkadaşı ve gördüğü vefasızlık nedir ve bu kimdir Bir bilgi var mıdır"
İhtiyarlıklar Ne Anlatır
Yirmi Altıncı Lem'a, Bediüzzaman'ın, bir insan hayatının her anından ebediyetle alakalı hayat dersleri çıkarıp yazdığı muhteşem bir risaledir. O risaleye baktığımızda, hayatta olumsuz bir an yoktur deriz. Hayatın her anı ebediyet için muhteşem bir biçimde işe yarar. Yaşlılık, yalnızlık, musibetler, belalar, hastalıklar, acizlikler, zayıflıklar, ölüm, güz mevsimi, solgunluklar, hüzünler, firaklar, devasızlıklar, karanlıklar, ağlamak, feryad etmek...
Sayamayacağımız kadar olumsuz işler ve tecelliler... Bunların hepsi ebediyet âlemine tahvillidir. Yani bunlar, insanın istemeyerek kendini içinde bulduğu; fakat ebediyet âleminde nur ve sevap getirecek ve insanın yüzünü ak edecek işlerden ve amellerdendir. Buna benzer insanın başına çok tecelliler de gelir. Hepsi de sabretmek şartıyla insanın ebediyeti için iyidir, hayırdır.
Bu çerçeveden bakınca, mü'minin başına şer gelmez. Gelen şerler hayra tahvil olunur.
Saçımda Beyaz Kılları Gördüm
On Birinci Ricada Üstad Hazretleri İstanbul'dadır. Ama henüz Risale-i Nur hizmetleri başlamış değildir. Dolayısıyla henüz Nur Talebesi yoktur. Ama Üstad Hazretlerinin çok yönlü sosyal hizmetleri gereği görüştüğü kimseler vardır. Hepsi de güzeldir. Orada Üstad diyor ki:
"Esaretten geldikten sonra, İstanbul'da amlıca tepesinde bir köşkte, merhum biraderzadem Abdurrahman ile beraber oturuyorduk. Bu hayatım, hayat-ı dünyeviye cihetinde bizim gibilere en mesûdâne bir hayat sayılabilirdi. ünkü esaretten kurtulmuştum; Darü'l-Hikmette, meslek-i ilmiyeme münasip, en âlî bir tarzda neşr-i ilme muvaffakiyet vardı. Bana teveccüh eden haysiyet ve şeref, haddimden çok fazla idi. Mevkice İstanbul'un en güzel yeri olan amlıca'da oturuyordum. Hem herşeyim mükemmeldi. Merhum biraderzadem Abdurrahman gibi gayet zekî, fedakâr, hem bir talebe, hem hizmetkâr, hem kâtip, hem evlâd-ı maneviyem beraberdi. Dünyada herkesten ziyade kendimi mesut bilirken, aynaya baktım, saçımda, sakalımda beyaz kılları gördüm."1