Bediüzzaman kendini neden setretmedi

Ali Demir: Bediüzzaman kendini neden setretmedi"

Mızrak uvala Sığmadı

Bir söz vardır: "Mızrak çuvala sığmıyor" derler. Bir şeyi bir yönüyle gizlemek istersiniz. Fakat o şey, başka bir yönden kendini ele veriyor. Gizleyemezsiniz. Hatta sizi izleyenler bunu hissederler.

Bediüzzaman kendini olabildiğince setretti Kendini gizledi. Fakat birçok yönden de kendini ele vermekten kendini koruyamadı. Bu mümkün olmadı.

Tevazuu çok yüksekti. Kibir ve gururu asla olmadı. Kendisine küçük şeyler için geleni talebesi saydı, büyük şeyler için geleni kabul etmedi.

Mesela Barla'ya ilk gelip kırlara çıktığı zamanlarda kendisine yaklaşan ve "Hocam sana ilmihalden bir şeyler soruversem, bana cevabını deyiverir misin" diyenlere kapıyı açan ve talebesi kabul eden Bediüzzaman, günün birinde, "Acaba Bediüzzaman Mehdî midir, kimdir bir göreyim" diye Isparta'ya gelen Manisa'lı Emin Hocayı kabul etmedi. Yüzüne bile bakmadı.

Talebelerine her zaman, "Ben de sizin bu ders-i Kur'âniyede bir ders arkadaşınızım. Ben en ziyade muhtaç ve fakir olduğumdan bu kudsî hakikatler en evvel bana ihsan edilmiştir. Ben makam sahibi değilim. Ben kendimi beğenmiyorum. Beni beğenenleri de beğenmiyorum. Kardeşlerim, sizi bütün bütün kaçırmamak için nefsimin gizli çok kusurlarını söylemiyorum"1 diyen Said Nursî, bunları kendini setretmek için söylemedi.

Onu Keşfedenlere Gizleyemedi

Ama kendini de hakikatlerden gizleyemedi.

Doğudan sürgün cezasıyla Burdur üzerinden Isparta'ya geldiği andan itibaren on yıl süreyle Isparta'nın ehl-i tarik ve ehl-i kalp insanları tarafından kendisinin beklenen Mehdî olduğu söylendi. Fakat o ısrarla reddetti, kabul etmedi. Ama gizleyemedi; çünkü aslında gerçekten de Mehdi idi.

Sakal bırakmamakla kendini gizledi. Ehl-i Beytten olup olmadığını bilmediğini, elinde belge olmadığını söyleyerek kendini gizlemek istedi. Fakat onun kimliğini tanıyanlar ne sakala, ne belgeye takılmadılar. O'nun beklenen Mehdî olduğunu söylemekten çekinmediler.

Asrımızın en dehşetli imansızlık hastalığı konusunda yoğunlaştı, imanı temele alan büyük eserler verdi, büyük çilelere katlandı. Asrımız gençliğini imansızlıktan kurtardı.

Büyük çilelere katlanırken evlilik sünnetini yapmadı. Evliliğe zaman ayırmadı. Bütün mesaisini Türk Gençliğinin imanına sarf etti. Ali Ulvi Kurucu bu nedenle der ki: "Bir yuva kurmak ve orada mesut bir aile hayatı geçirmek sevdasına düşmeye vakit ve fırsat bulamadı. Fakat, Cenab-ı Hak, kendisine öyle şeyler ihsan etti ki, fânî kalemlerle tarif olunamayacak kadar muazzam ve muhteşemdir."2