Abdullah Bey: "Kalbimizin maneviyattan elde ettiği bilgilerin akıl tarafından tasdik edilmesi şart mıdır Akıl tasdik etmezse ne olur"
Hakikatin Ortaya Çıkması
Maneviyattan o değerli bilgileri kalp elde ederse akla, akıl elde ederse kalbe onaylatmak zorundadır. Yoksa bilgiler kendine zemin bulamaz. Ve kimse onu sahiplenmez. Ortada kalır. Evsiz barksız kalır. Aklın tasdik etmediği bilgi, bilgi değildir.
Akıl ile kalp birbirinin olmazsa olmaz sesidir, onay veya red merkezidir. Bir fikri akıl ortaya atarsa kalpten onay almak zorundadır. Kalp ortaya atarsa akıl süzgecinden geçirmek zorundadır.
Üstad hazretleri bu muhteşem ikili için, "Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder."1 demiştir.
Yani dini ilimler vicdana ışık verir. Fen ilimleri de aklı aydınlatır. Akıl ile vicdan biri birisiz olmaz. Biri birisiz olduğu zaman kalp kendi edindiği bilgilerle taassuba kayar, akıl da şüphe ve cerbezeye kaçar. Beraber oldukları zaman ise hakikat doğar.
Kalp Akılsız Olmaz
Öte yandan, Üstad Hazretleri kalp tarifinin içine aklı da almıştır. Yani akıl, kalbin omurgasıdır. Kalp dendiği zaman, aklı da kavrayan bir bütün kast edilir. Kalbi akılsız düşünmek mümkün olmadığı gibi, aklı kalpsiz düşünmek de mümkün değildir.
Akıl omurga olunca, kalp dediğimizde akıl ile birlikte bir külli idraki kast ediyorsak, aklı kalpten bağımsız ele almak imkânı kalmıyor. Başka bir ifadeyle akıl ile kalp, birbirini doğrulamakla yükümlü, bir bütünün iki parçasıdır.
Üstadımız diyor ki: "Kalbten maksad; sanevberî (çam kozalağı) gibi bir et parçası değildir. Ancak bir latife-i Rabbaniyedir ki, mazhar-ı hissiyatı, vicdan; ma'kes-i efkârı, dimağdır."2
Vicdan, kalbin hissiyatına mazhardır. Yani kalbin hissiyatı vicdan üzerinde etkilidir. Başka bir ifadeyle vicdanın kulağı kalptedir, kalpten gelen duygularla hareket eder.