Zorluklara sabır, nimetlere şükür
SÜLEYMAN GÜLEK
Hayat, bir nehir gibi akar gider; bazen sakin, bazen fırtınalı. Müslüman için bu akış, sadece bir tesadüf değil, ilahi bir sınavdır. Kur'an-ı Kerim, bu gerçeği şöyle müjdeliyor: "Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle deneriz. Sabredenleri müjdele!" (Bakara Suresi, 155).
İşte burada sabır, bir demir zırh gibi kuşanılır: Zorluklara karşı içimizi serinleten, ruhumuzu ayakta tutan bir erdem. Öte yandan, nimetler yağdığında ise şükür, bir dua gibi yükselir: "Şükrederseniz nimetimi artırırım" (İbrahim Suresi, 7) vaadiyle. Bu ikili, müminin elindeki en kıymetli pusula; kayboluşlardan kurtarır, hedefe ulaştırır.
Sabır: Fırtınada Bir Kaya Gibi Duruş
Zorluklar, hayatın kaçınılmaz misafirleridir. Bir sabah kalkarsınız, işiniz elden gitmiş; bir akşam yatağa uzanırsınız, sevdiklerinizle aranıza bir hastalık girmiş. Ya da ekonomik darlıklar, ailevi fırtınalar... Bunlar, nehirde ani bir çağlayan gibi gelir, insanı sürükler.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bu hâli şöyle tarif eder: "Müminin hâli ne güzeldir! Her işi hayırdır. Bu, yalnız mümine mahsustur. Kendisine bir nimet isabet ederse şükreder, bu onun için hayır olur. Bir sıkıntıya uğrarsa sabreder, bu da onun için hayır olur." (Müslim, Zühd, 64).
Sabır burada, sadece dişini sıkmak değil; acıyı bir fırsata dönüştürmektir. O, şikâyet etmez, isyan etmez; aksine, "Biz Allah'a aidiz ve O'na döneceğiz." (Bakara Suresi, 156) diyerek teslimiyeti seçer.
Tarihe bir bakın: Hz. Eyyub'un (a.s.) kıssası, sabrın zirvesidir. Yıllarca süren musibetler karşısında, o, Rabbine yakarır: "Rabbim! Beni hasta kıldın, Sen şifasını da verirsin" (Enbiya Suresi, 83-84). Sabrı, onu yalnız bırakmadı; aksine, nimetlerin en bereketlisiyle ödüllendirdi.
Ya Hz. Yusuf (a.s.) Kuyuya atıldı, iftiraya uğradı, zindana düştü... Ama sabırla bekledi, dualarla beslendi. Sonuç Mısır'ın hazinelerinin anahtarı eline geçti. Bu kıssalar, bize şunu fısıldar: Sabır, zorluğu kısaltmaz belki, ama kalbi genişletir. Modern hayatta da aynı: Bir trafik kazası sonrası tekerlekli sandalyeye mahkûm olmak...
Sabırsız bir kalp, öfkeyle dolar; ama sabreden bir mü'min, o sandalyeyi bir dua kürsüsüne çevirir. Psikoloji bile bunu doğruluyor; sabır, stresi azaltır, direnci artırır. Unutmayalım: Sabır, acıyı uzatmaz; onu bir merdiven yapar, yukarı taşır.
Şükür: Nimetlerin Koruyucusu, Çoğaltıcısı
Şimdi, nehir sakinleşsin; nimetler sahneye çıksın. Güneş doğar, sağlıklı bir bedenle kalkarsınız yataktan. Masanızda bereketli bir kahvaltı, cebinizde helal bir kazanç... Sevdiklerinizle dolu bir ev, bir dost meclisi... Bunlar, Rabbimizin lütfu; ama unutulmasın, nimetler emanettir, kalıcı değil. Şükürsüz bırakılırsa, zehir olur; insanı gaflete, kibre sürükler. Efendimiz (s.a.v.), "Kim bir nimete kavuşur da 'Elhamdulillah' derse, o nimet on katına çıkar" buyurur (Tirmizi, Deavat, 55).
Şükür, basit bir kelimedir ama gücü sonsuz: Bir lokmada "Bismillah" demek, bir tebessümle teşekkür etmek, bir sadakayla paylaşmak... Düşünün: Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) hurma çekirdeklerini bile şükürle yediğini...