Barış ve huzurun toplumsal önemi
Barış ve huzurun toplumsal önemi
SÜLEYMAN GÜLEK
İnsan, yaşam serüvenine ailesinin sevgi dolu kollarında başlar. İlk bağlarını, güven ve şefkatle örülü bu ortamda kurar. Aile, bireyin ilk öğretmeni, ilk sığınağıdır. Burada öğrenilen sevgi, saygı ve paylaşım, hayatının geri kalanını şekillendiren temel taşlarıdır. Bireyin iç dünyasında filizlenen bu değerler, zamanla toplumsal ilişkilerine de yansır. Ailede hissedilen huzur, bireyin çevresine taşıdığı güven ve barışın ilk kaynağıdır. Ancak insan, büyüdükçe kendisini daha büyük ve karmaşık bir sosyal dünyanın içinde bulur.
Bu yeni çevre, sadece bireysel varoluşun değil, aynı zamanda toplumsal ilişkilerin de merkezidir. Hayatın iniş çıkışlarıyla karşılaştıkça insan, ihtiyaçlarını karşılamak ve zorlukların üstesinden gelmek için başkalarıyla iş birliği yapma gereği duyar. Bu iş birliği; dayanışma, yardımlaşma ve paylaşım ruhuyla şekillenir. Böylece bireyden topluma uzanan, insanları birleştiren güçlü bir köprü kurulur.
Ne var ki, insanın bu arayışı bazen ölçüsüz bir hırsa dönüşebilir. Sahip olduklarıyla yetinmek yerine başkalarının haklarına, mallarına ya da imkânlarına göz dikmek; bencil çıkarların ön plana çıkarılması, tarih boyunca nice çatışmaların, savaşların ve yıkımların nedeni olmuştur. Savaşlar sadece fiziksel yıkıma neden olmaz; aynı zamanda toplumun ruhunu da derinden yaralar. Evinden, yurdundan edilenler; sevdiklerini kaybedenler ya da zulme uğrayanlar, derin acılar yaşar.
Bu acılar sadece bir kuşağı değil, gelecek nesilleri de etkileyen travmalar üretir. Savaş ortamları, bireylerin kişilik gelişimini zedeler, korku ve güvensizliği yaygınlaştırır. Özellikle çocuklar, şiddet ortamında büyüdüklerinde hem psikolojik hem de ahlaki açıdan sağlıklı bireyler olamazlar. Barışın olmadığı yerlerde eğitim sekteye uğrar, sağlık hizmetleri yetersiz kalır, ekonomik çarklar durma noktasına gelir. Sonuç olarak toplum, bütün fertleriyle birlikte bir çöküş sürecine girer.
Oysa toplumların ayakta kalabilmesi için barış, düzen ve adaletin birlikte var olması gerekir. Düzen, bireylerin hak ve sorumluluklarının net biçimde belirlendiği, adaletin gözetildiği bir sistemle mümkündür. Bu düzenin teminatı olan barış ortamı, insanların can ve mal güvenliği içinde yaşamasını, düşüncelerini özgürce ifade edebilmesini ve gelecek için umut taşımasını sağlar. Toplumsal barış, farklılıklara tahammül göstermekle, her bireyin değerli olduğunu kabul etmekle mümkün olur.
Düşünce, inanç, kültür ve yaşam tarzı bakımından farklı olan bireylerin birbirine saygı göstermesi, toplumu ayakta tutan manevi bir harçtır. Sevgi, hoşgörü ve anlayış, bu saygının doğal meyvesi olarak bireyler arasında bağ kurar; toplumsal güveni pekiştirir. Barış, toplumların temel ihtiyaçlarının karşılanmasının da anahtarıdır. Ailelerin huzur içinde yaşaması, çocukların eğitimle donatılması, hastaların şifa bulması, üretimin artması ve ekonomik kalkınma ancak barış içinde mümkündür. Barış olmadan özgürlükler tam olarak yaşanamaz; korku, endişe ve şiddet gölgesi altında hiçbir değer anlam kazanmaz. Güvenlik, huzur ve refah; ancak barış zemininde kalıcı olabilir.
Din, özünde barış, esenlik ve güven anlamlarına gelir. "İslam" kelimesiyle aynı kökten türeyen "selâm" kelimesi de barış ve selamet anlamlarını taşır. Kur'an-ı Kerim'de sıkça geçen "sulh" kavramı, insanların aralarındaki kırgınlıkları ve düşmanlıkları bitirmeyi, barış ortamını tesis etmeyi ifade eder. Aynı kökten gelen "ıslah" ise, bozulan ilişkileri düzeltmeyi, toplum içinde ara buluculuk yaparak birlik ve beraberliği yeniden kurmayı amaçlar. İnançlı bir Müslüman, hem iç dünyasında barışı yaşar hem de çevresine huzur ve güven aşılamaya gayret eder. Bu bağlamda güzel ahlak, barışın temel taşıdır.