Yiyin birbirinizi, düşman kardeşler

Başlıktaki söz, küçüklüğümde çok duyduğum, babama ait bir replik. Yaşları birbirine oldukça yakın olan iki ağabeyim kavga ettiğinde babam hemen bu sözü söylerdi. "Yiyin birbirinizi düşman kardeşler." Ülkede yaşananlar bende ister istemez bu sözü çağrıştırdı.

Zira siyaset sahnesinde en gürültülü oyunlar, çoğu kez birbirine en çok benzeyenlerin tartışmalarından doğar. Dün aynı kürsüde yan yana duranlar, bugün sosyal medyada en ağır sözleri savuruyor. Dün aynı sloganı alkışlayanlar, bugün aynı kelimelerle birbirini suçluyor. Oysa herkes bilir ki bu isimler perde arkasında aynı yönetmenin provasından geçmiş, aynı metinden beslenmiş oyunculardır. Bu yüzden seyirci, ortada gerçek bir ideolojik hesaplaşma değil, tek bir senaryonun farklı sahneleri arasında yaşanan çatışma olduğunu fark edince alaycı bir tebessümden kendini alamaz.

Tarih boyunca en kanlı kavgalar, farklı dünyalar arasında değil, benzerler arasında yaşandı. Roma senatosundaki entrikalar, Osmanlı'daki kardeş boğazlaşmaları, günümüz siyasetindeki parti içi linçler... Hepsinin ortak noktası aynıydı. Çatışmanın farklı fikirler arasında değil, aynı kökten türemiş hizipler arasında olması...

Caesar ile Pompeius, dün aynı masada iktidarı paylaşırken, ertesi gün ordularıyla birbirine girdiler. Caesar'ı öldürenler, düşmanları değil, kendi yakın dostlarıydı. Brutus ve Cassius, aynı sofradan kalkıp hançeri en derine sapladılar. Sonra Caesar'ın intikamı için birleşen Octavianus ile Antonius, kısa sürede birbirine boğaz kesildi. Sonuç hep aynıydı: Roma'nın çöküşü. Demek ki "düşman kardeşler" yalnızca bugünün değil, tarihin de değişmeyen aktörleri.

Bugün içerik farklı olsa da manzara aynı. Yıllardır "dava ahlakı" diye yüksek perdeden nutuk atanların, ilk fırsatta birbirine sokak ağzıyla saldırması gerçeği özetliyor. Ortada ne dava var ne de ahlak... Sadece yüksek perdeden okunmuş bir tiyatro metni, kuliste birbirine çelme takan aktörler ve bu sahneyi ciddiye alması beklenen seyirci var.

Üstelik zaman zaman perde aralanıyor ve tiyatronun kulisi tüm çıplaklığıyla görünüyor. Geçtiğimiz aylarda yaşanan bir olayda, bir siyasi figür partisinden "kesin ihraç" talebiyle disipline sevk edildi. Nedeni, tutuklu bir iş insanına milyonlarca dolar karşılığında itiraf dilekçesi imzalatmaya çalıştığı iddiasıydı. Bu skandal kamuoyuna yansıdı, savcılık soruşturma başlattı, Adalet Bakanlığı ilgili kamu görevlileri için soruşturma izni verdi. Bir dönem "dava uğruna" en hararetli savunuları yapan kişinin, kısa süre sonra rüşvet iddialarıyla gündeme düşmesi, siyasetin nasıl hızla maskelerini düşürdüğünü gösteren ibretlik bir tabloydu.

Benzer bir perde başka bir olayda da açıldı. Eski bir siyasetçi, yürütülen bir dosyada "ağırlığı olan" kimi isimlerin perde arkasında devreye girdiğini, başsavcının da bu baskının gölgesinde kaldığını öne sürdü. Hedef alınan taraf, avukatı aracılığıyla anında sert bir açıklama yaparak her türlü yasal yola başvuracağını ilan etti. Ancak birkaç gün süren bu atışma, beklenmedik bir cümleyle sönümlendi: "Mesajım adresine ulaştı, mevzu benim için kapanmıştır." İşte tam da bu geri çekiliş, sahnedeki bağırışların bir inanç kavgası değil, kuliste yapılan güç pazarlığının yankısı olduğunu açığa çıkarıyordu. Bu türden kısa süreli çatışmalar, siyasetin gerçekliğini değil, tiyatral doğasını ifşa ediyor; seyirciye ideolojik bir hesaplaşma değil, aslında nüfuz oyunlarının kaba bir provasını sunuyor.

Siyasetin sahneleniş biçimi de bu gerçeği ele veriyor. Kafeste aynı yemi yiyen kuşların gagalaşmasına benzer bir tablo izliyoruz. Sloganlar ortak, işaretler müşterek, ama bu ortaklık tahammülsüzlük doğuruyor. Herkes aynı kaynaktan beslenirken birbirine saldırıyor. O yüzden kavgalar gerçekte karşıt dünya görüşleri arasında değil, aynı gömleğin farklı düğmelerini ilikleyenler arasında yaşanıyor.

Bu döngü yeni değil. Tarih boyunca "bizim davamız" diye sunulan şey, çoğu kez çıkarın, mevkiin, saraya yakın olmanın adı olmuştur. Büyük sözler gürültüyle telaffuz edilir, ancak kapalı kapılar ardında mesele hep aynı noktaya dayanır: iktidar.