Tarihi anlar ve tarihsiz iktidarlar
İsrail, Türkiye'ye müzahir bir Suriye'nin neye dönüşebileceğini gayet iyi biliyor. Bu yalnızca İran'a karşı bir mevzilenme ya da Gazze hattındaki gerilimle sınırlı bir mesele değil. Asıl tedirginlik, kuzey ekseninde Kürt meselesini iç barış zemininde aşmış, siyasi bütünlüğünü tahkim etmiş ve bölgesel ağırlığını yeniden kurmuş bir Türkiye ihtimali. Türkiye de siyasi birliğini kaybetmiş bir Suriye'nin bedelini yalnızca sınır karakollarında değil, göç dalgalarında, silahlı çatışmalarda ve çözümsüzlükte defalarca ödemiş bir ülke. Bu yüzden sahadaki askerî hareketliliğin ardında duran esas resim, masada kurulan yeni dünyanın habercisi.
Ne var ki tam da bu tarihî eşiğin ortasında, Türkiye içerideki hesaplaşmalarla oyalanmaya devam ediyor. Musul'da haritalar yeniden çizilirken, Ankara'da bir büyükşehir belediye başkanının yıllar önce attığı bir imzanın suç sayılıp sayılmayacağı tartışılıyor. Gazze'de çocuklar bombardıman altında can verirken, Türkiye'de seçilmiş yerel yöneticiler yargı önünde, çoğu zaman hukuki dayanağı zayıf dosyalarla cezalandırılıyor. Aynı günlerde Süleymaniye kırsalından çatışmasızlık yönünde bazı açıklamalar gelmiş olsa da, bunların siyasi bir karşılık üretmediği açık. Çünkü güvenlik ve adalet politikası, taktik hamlelerle değil, tutarlılıkla anlam kazanır.
Bir yandan örgüte dair yürütülen diplomatik ve askerî süreçler devam ederken, öte yandan halkın oyuyla seçilen aktörlerin sürekli olarak yargı mekanizmalarıyla tasfiye edilmesi, kamu vicdanında büyük bir kırılma yaratıyor.
Demokrasiyle gelenin mahkeme kararıyla götürüldüğü bir düzende, hangi dış politika söylemi halk nezdinde güven uyandırabilir Bu soruyu sormak suç değil, sorumluluktur. Ama ne yazık ki bu ülkede artık en çok da sorumluluk sahipleri "şüpheli" sayılıyor.
İktidarın zihni artık yalnızca seçimi kazanmak üzerine kurulmuyor. Aynı zamanda muhalefeti cezalandırmak, sindirmek ve mümkünse yok saymak üzerine kodlanıyor. Bu siyaset tarzı yalnızca içeriye değil, dış politikaya da sirayet ediyor. Dış dünya ile kurulan ilişkiler, içeride büyüyen tahakkümün gölgesinde biçimleniyor. Oysa devlet aklı, kendi toplumuna güvenmeyen bir iktidarın dilinden doğmaz. Hele ki çözüm süreci gibi tarihî eşiklerden yüz çevirip içeride her şeyi düşmanlaştıran bir siyaset, dışarıda kimseye güven telkin edemez.
Bugün Türkiye, diplomatik hamlelerini yalnızlaştırarak değil, içeride birleştirerek anlamlı kılabilir. Fakat iktidar, halkın seçtiklerine duyulan güveni cezalandırarak bu birliği baştan reddediyor. Her eleştiri terörle, her muhalif tavır ihanetle yaftalanıyor. İmamoğlu'na açılan dava, yalnızca bireysel bir hesaplaşma değil, aynı zamanda toplumun sandıkla kurduğu iradeye yargı eliyle müdahale etmenin yeni ve daha sistematik bir evresi. Üstelik bu kez yalnız da değil. Tutuklu belediye başkanlarının her biri, Türkiye'nin iç demokratik çıtasının nasıl aşağı çekildiğinin sessiz tanığı.
Bölgedeki dengeler değişiyor. İran'ın etkisi azalıyor, Körfez ekseni çatırdıyor, İsrail yeni bir blok arayışına giriyor. Türkiye ise hâlâ içerideki muhaliflere karşı yürüttüğü yıpratma savaşını ulusal güvenlik stratejisi sanıyor. Oysa hakikat şu ki, içeride güç gösterisi yapan fakat dışarıda edilgenleşen bir iktidarın uzun vadeli devlet politikası olmaz. Bu yalnızca rejimin kendini koruma refleksiyle açıklanabilecek bir durum değil, aynı zamanda tarihsel bir fırsatın içerideki intikam duygusuna kurban edilmesidir.
Evet, yeni bir çözüm süreci artık sadece iç siyasetin değil, dış politikanın da zorunlu bir gereği hâline gelmiş durumda. Bu kez neşter yalnızca dağa değil, haritaya vuruluyor. Ne ABD ne Rusya ne de İran, bölgesel Kürt kartını Türkiye'nin iç sınırlarıyla sınırlı görmüyor. Bu nedenle çözüm süreci bir tercih değil, bölgesel varlık stratejisinin omurgasıdır. Ancak bu kez romantizmin değil, gerçekçiliğin zeminine basmak gerekiyor. Sessizce başlayan bazı temasların, kapalı kapılar ardındaki mutabakatların siyasal karşılığını yaratmak için önce içerideki eski ezberlerden vazgeçmek şart. Çünkü yeni bir çözüm süreci asla eski dille kurulamaz.
Eğer Ankara, Şam saldırısına karşılık İsrail'e mesajlar verdiğini söylüyorsa, o mesajların sahada karşılık bulması için önce içeride adaletin ve cesaretin birlikte yürüdüğü bir siyasi akıl tesis edilmeli. Çözüm yalnızca silahları susturmakla değil, dili dönüştürmekle mümkün. Toplumu bir bütün olarak gören, geçmişin korkularını değil geleceğin imkânlarını referans alan yeni bir barış dili olmadan, bu ülkenin ne içeride ne dışarıda onurlu bir yeri olabilir.