Merhamet, yüzyıllar boyunca insanlığın en doğal reflekslerinden biriydi. Yolda düşen birini kaldırmak için onun inancını, geçmişini, siyasi görüşünü, maddi durumunu bilmeye gerek yoktu, yardıma uzanan elin değeri, yalnızca niyetinde saklıydı. Bugünse o elin parmak uçlarında şüphe, avuçlarında hesap var. Acının kendisi değil, kârlılığı ölçülüyor. Yardım, bir içgüdü olmaktan çıkarak, kanıtlama yükümlülüğüne bağlanmış bir prosedüre dönüştü. Ve bu çağın kırık aynasında, hayatının en zorlu döneminde olan Evre Başak Clarke'ın yüzü görünüyor.
"İnsanlar, başkalarının felaketini, kendilerine bir ayrıcalık verilmiş gibi seyreder."
Cioran'ın bu sözü, belki de bugünü anlatan en kısa cümle. Asıl korkunç olan, bu seyir zevkinin merhametin yerini alması. Artık başkasının acısına yaklaşırken yardım eli değil, şüphe taşıyoruz. İlk sorumuz "nasıl yardım edebilirim" değil, "gerçek mi" oluyor.
Tarih boyunca medeniyetler, merhameti bir ahlak ölçüsü olarak yüceltti. Roma'nın valetudinarium'ları, Orta Çağ'ın hospisleri, Osmanlı imaretlerinde kaynayan çorbalar… Hasta ve düşkün, toplumun -madden ve manen- en korunmaya muhtaç halkası sayılır, hastaya uzanan el herkesin gözünde onurlu olurdu. Bugün ise manzara tersine döndü. Artık yardımın kendisi değil, ne kadar "hak edildiği" tartışılıyor.
Evre, bu çürümenin ortasında, en savunmasız anında en hoyrat darbeyi yiyenlerden biri oldu. Teşhisi açıktı: metastatik bağırsak kanseri. Hastalık karaciğerine yayılmıştı. Tedavileri, ilaçları, hastane odaları sosyal medyanın gözleri önündeydi. Üç yıl boyunca hem hastalıkla hem de kendisine inanmayanlarla mücadele etti. Yaşam savaşı veren birine uzanan eller, şefkatten çok şüphe taşıdı.
GoFundMe üzerinden başlattığı bağış kampanyası, tedavisi ve küçük oğlu Oscar'ın geleceği içindi. Binlerce kişi bağış yaptı, hayatına eklenen her gün için şükretti. Fakat bir başka kesim, kendilerini dolandırılmış gibi hissederek bedduaya sarıldı. Merhametin yerini, "ben vermedim ama aldatıldım" diyen tuhaf mağduriyet edası aldı. Eline hiçbir yardım tanesi dokunmayan birine, o yardımı çalmış muamelesi yapmak… Bu, merhametsizliğin en çıplak haliydi ve Evre kendi hastalığı kadar ruhu kanser olan insanlarla da baş başaydı.
Avustralya'da 2019'da yapılan bir araştırma, ölümcül hastalık kampanyalarının yüzde yetmişinin dolandırıcılık kanıtı olmadan şüpheyle karşılandığını ortaya koydu. Evre, tüm tıbbi raporlarını ve tedavi süreçlerini şeffaf biçimde paylaşmasına rağmen aynı nobran kuşkunun hedefi oldu. Tek amacı, ağır tedavilerle kazandığı her günü, küçük oğluna bırakacağı bir geleceğe dönüştürmekti. Fakat bu çağda merhametin nasıl bir toplumsal refleks haline geldiğini bilenler, bunun bile suçlama konusu yapılabileceğini tahmin edebilir.
Artık insanlar yardım etmeye değil, yardımın hak edilip edilmediğini ispat ettirmeye odaklanıyor. Bu "kanıtlama yükümlülüğü" çoğu zaman son zamanlarındaki insana yükleniyor. Ricky Gervais'in moral mesajlarının "kurgu" denilerek küçümsenmesi, fotoğraflara "manipülasyon" yaftası vurulması, hastalığının aslında olmadığı… akla hayale gelmeyecek senaryolar… Bunlar, hayatının en zor dönemini yaşayan bir kadının kalan zamanını savunma yapmaya zorlayan zalimliğin örnekleri. Boğulmakta olan birine "yüzme sertifikan var mı" diye bağırmaya benziyor tüm bu olanlar.