Malum gazetenin sosyal medyada oldukça ses getiren manşeti "Dayanma gücümüz kalmadı" ibaresinden sonra hafızayı biraz kurcaladım.
Günlerden 26 Mayıs 2025.
Manşette "Faiz arttı, sanayi duruyor" yazıyor.
Bir ülke, üretiminin sesini manşetlere taşıdığında aslında çoktan üretimden kopmuştur. Ki zaten sanayi yıllardır olduğu yerde duruyordu fakat kimse bunu görmek, yazmak istemiyordu. Zira ekonomi uzun zaman bilimle değil, propaganda ile yönetildi. Faizler düşürülürken halkın alım gücü eridi, rezervler tükendi. Şimdi aynı çevreler yüksek faizin üretimi durdurduğunu söylüyor. Oysa en düşük ekonomi bilgisine haiz insan dahi bilir ki üretimi durduran faiz oranı değildir, adaletin huzurdan çekilmesidir.
30 Mayıs 2025.
Sadece dört gün sonra aynı gazete başka bir başlıkla çıktı: "Cari açık kapanır, her ay 1 milyar dolar yatırım yapılır."
Bir ülkede umut bu kadar kısa aralıklarla yeniden icat edilebiliyorsa, orada ekonomi değil, retorik yönetiliyordur. Manşetlerin ritmi değişse de zihniyet aynı kalır; her şey, gücün hangi tonda konuşacağına bağlı olarak biçimlenir.
Ekonomi ne zaman ki aklın alanından çıkarak inanç düzlemine taşındıysa işte o zaman olanlar oldu. Gerçeklerin yerini kanaatler, verilerin yerini sadakat aldı; bilim, hesaplamayı değil bağlılığı ölçer hâle geldi. Üretimden, verimlilikten ve rasyonellikten bahsederken dahi herkesin aynı dogmayı tekrar etmesinden anlayabilirsiniz bu durumu: "Yeter ki inan."
Oysa ekonomi imanın değil, düşünme biçiminin alanıdır; inanç düşüncenin önüne geçtiğinde, veriler artık hakikati temsil etmez, bir ayin diline dönüşür. O noktada tablo, gerçeği anlatmak yerine gerçeği gizlemek, bastırmak için kullanılır.
Fakat neler oldu; 2 gün önce bıçak kemiğe dayanmış olacak ki gazetemiz bu sefer şu manşeti atıyor "Dayanma gücümüz kalmadı."
Bu cümlenin kime ait olduğunu artık biliyoruz. Halk çoktan dayanma gücünü kaybetmişti, şimdi sıranın sermayeye geldiğini gösteriyor bu manşet. Artık sistem nihayete oldukça yaklaşmış olacak ki kendi sahiplerini de taşımakta zorlanıyor. Çünkü kötü yönetim önce yoksulu, sonra güçlüleri vurdu. Uzun yıllardır söylemekten bıkmayacağımız üzere adaletin yerine çıkar, liyakatin yerine sadakat yerleştirildi ve o çarpıklığın bedelini artık herkes ödüyor.
Şimdi yeni bir dünya kuruluyor ve Türkiye bu ivme kaybettirmiş işlerle birlikte o dünyanın uzağında kalıyor. Dünya yapay zekâ çağını tartışıyor, biz hâlâ yanlış reçetelerle hastayı ayakta tutmaya çalışıyoruz. Bu fark yalnızca ekonomiyle açıklanamaz bu aynı zamanda bir ahlak farkıdır. Bir tarafta emeğe, bilgiye, yeniliğe dayalı bir kalkınma modeli, diğer tarafta çıkar ilişkilerinin örttüğü bir yoksullaşma düzeni…
Yazıya konu olacak verilere ulaşınca şunları gördüm. 2025 yılında dünyada start-up ekosistemine aktarılan finansman 310 milyar dolara ulaşmış. Yapay zekâ merkezleri yalnızca teknoloji üretmiyor aynı zamanda yeni bir uygarlığın altyapısını kuruyor. ABD bu dönüşümün merkezinde; küresel yapay zekâ fonlamasının yüzde 85'i ve yatırım anlaşmalarının yarısından fazlası bünyesinde gerçekleşiyor. Sermaye artık bilgiyle birleşiyor, zekâ üretimin kendisine dönüşüyor.
Türkiye ise hâlâ faiz, cari açık, döviz rezervi ve 'canımız iş dünyasının' kırılgan sabrı etrafında dönüp duruyor. Dünyanın bilgiyle zenginleştiği şu zamanda biz politik risklerle, hukuksuzluk dairesinde fakirleşiyoruz. Küresel inovasyon çağında, bilimin siyaset tarafından rehin alındığı Türkiye'de ekonomik dönüşüm iç iktidar hesaplarıyla gölgeleniyor. "Adaletin çekildiği bir ülkede üretim kalmaz" diye bas bas bağıranların sesi kısılıyor, üretim kalmayınca ekonomi fikir üretmeyi de unutuyor.

29