Fıtratın bekçileri, onu koruyamazlar...

Çoğu kez farkına varmadan, yanlış şeyler konuşuruz.

Fıtrat tarlasındaki bahçıvan ile çobana; koruyuculuğun yalnızca Yaratana ait olduğunu unutarak, kendimizce onları görevlendiririz. Fıtratı değiştirmek mümkün olmasa da, tahribi kolaydır. Tahrip ile değişim arasındaki farkı cehaletle bilemeyenlere, tahripkârlar cinayetlerini güzel ve faydalı işler olarak anlatırlar. Denizin dibindeki balıklara varıncaya kadar bu bozgunculardan şikâyet eden hayattar unsurlara rağmen, tahribin insanlarca bilinemeyişi hem fıtrat tarlasına ve hem de hayvanat âlemine zulüm değil mi

Fıtratta değişim süreklidir. Ve bunu yaratıcı sağlıyor. Fıtratın parçası olan insanın yaratılışı veya kanunlarını " değiştirmekten" bahsetmesi ne kadar aptal ve maskaraca değil mi Künhüne vakıf olabildiği bir kanunu var mı, tabiatın Hele bütünlük karşısındaki acz ve cehaleti... Ve sonra " değişim"den bahsedecek...

Bozgunculuk denilince; sadece insanların sosyal hayatlarını bozanları biliriz. Peki, fıtrat tarlasındaki yaratılış kanunlarını bozanlara ne diyeceğiz. Kuzulara, oğlaklara, kuşlara ve kuşçukların yaratılışlarına müdahale edenlere... Yine insanların zaaflarından yararlanarak bahçıvan ile çobanı kandırmaya çalışacaklardır. Yaratıcıdan, yaratılış kanunlarından ve yaratıcının o bahçede tecelli eden isimlerinden gaflet eden bağbanların vay haline... Basireti körleşirse bahçıvan ile çobanın; sebze ve meyveyi topraktan bilmeye başlar... Daha fazla mahsul için gözleri, hırs ile döner toprağa... Ya haris çoban... Yılda bir-iki kuzu ile yetinemeyip; " senede iki kez doğum ve her batında ikili kuzu" haberini duyduğunda mala düşkünlüğüyle havalanır ve nereye düşeceğini ancak Allah bilir...

Fıtratın bekçileri, nefis ve şeytana uyarlarsa elbette bozguncuların damına düşerler. Daha fazla hasılat için fıtratı zehirleyecek ağûlarla bostanı doldurduklarında, başlarına ne geleceğini bilemezler. Yalnızca kokuları değil; tatları, birçok azalar üzerindeki tesirleri ve ta bedenin hüceyrelerine kadar ulaşan zerrecikleriyle insana şifa getiren bostandaki sebze, hububat ve meyvelerin zehre dönüştüğünü; belki on, belki de yirmi sene sonra anlayacak, zavallı bahçıvan... Bozguncuların zehirleriyle fıtratı bozulan bahçenin artık ne gülü kokar, ne maydanoz- domatesi şifa olur. Ağacın dalındaki kırmızı meyveye uzanan eller, şifa yerine zehir yediklerini bir müddet sonra anlayacaklardır...

Ah müdahale kurbanı koyunlar- keçiler... Sütleri şifa iken yediklerinden zehre dönüşen mübarek inekler... Artık etleri insana kut olamayan mübarek hayvanlar... Gözlerini kör eden çobanların ihanetlerine mi uğradınız

Sütte şifadan öte ne var ki... Sordun mu çobana, hayvancıklara ne yedirdiğini... Yılda kaç tane aşı yaptırdığını...

Sonra o mübarek hayvanlarda ararlar suçu... Delidana... Kuş gribi... Yarasa koronası...Ve daha neler...

Bozguncular, bahçıvan ve çobandan önce insana musallat olmuşlardı. Gaflet eşliğinde dünyevileşmeyi zerketmişler, hissettirmeden... Sonra bazıları uyumuş, bazıları da insaniyet düşmanlarına dönüşmüşler...

Fıtratta önce insanı koruyabilseydik. Fıtrat Peygamberi ile insan arasındaki bağı gizlice koparmaya kalkışanları tespit edebilseydik. Ve yaratılış destanını Fıtrat peygamberinin sesinden şu topluma verebilseydik... Uyutulmuş, uyuşmuş ve çoğu halâ hipnozu yaşamakta olan milyonları uyandırabilseydik...