31 Mart seçimlerine demokrasi ve tarihî adeseden farklı bir bakış...

Bu mevzuda geciktiğimizi biliyoruz.

Ramazan-ı Şerifte yapılan mahalli seçimlere rağmen, bu Kur'an ayı ile gelen sekineti kaçırmak istemediğimizden olacak... Fakat bu münasebetle mutlaka ifade etmemiz gereken bazı hakikatleri de, zamana feda edecek değiliz.

Bu seçimlerin galibi kimdir, diyenlere; Yirmi küsur senelik 12 Eylülcü hükümetine duyulan " TEPKİ" demiştik. Ne hükümetin ve ne de muhalefetin bu sonuçları hanelerine yazacak takatleri olmadığını düşünüyoruz. AKP hükümetinin, Türkiye'nin sermayesini çeşitli hileli yollarla küresel sermayeye aktardığının vatandaşça anlaşılmaya başlandığı ve dört milyon emeklinin bilinçlice açlık sınırının altına mahkum edildiği bu günlerde umumi seçim yapılmış olsaydı, dengelerin önemli arafarklarıyla değiştiğini hepimiz görecektik.

Düne kadar AKP'ye rey vermiş ve bu gün saf değiştiren bazı kesimlerin, bizim gibi kırk küsur senedir demokrasi yolunda ihtilâlcilerce mücadele edenlerden daha sert ve hatta insafsızca hükümete vurmaları, perşembenin gelişini de efkâr-ı ammeye gösteriyor. Zira AKP'ye karşı bundan böyle açılacak cephelerde motor görevi yapacak ekonomi, hükümetin ihanete yakın politikaları ve bilhassa İsrail ile yaptığı işbirlikleri, büyük ihtimalle milleti erken seçime götürecek gibi görünüyor. Bekleyip göreceğiz.

Demokrasiyi idam eden Neoliberallerin, hazırladıkları şartlarla Türkiye siyasetine davet edilen ANAP ile AKP hakkındaki görüşlerimizi efkar-ı amme ve gazete arşivleri biliyor. Bediüzzaman'ın bize ders verdiği prensipler çerçevesinde demokrasiyi müdafaa ederken, ödediğimiz bedellerin de tarihçe kaydedildiğini herkes biliyor. Hürriyet ve demokrasiye insani dava olarak telakki edenler, bu davanın bedelsiz olamayacağını da biliyorlar. 12 Eylül ihtilâlinin dehşetli istibdadıyla ayrışmaya başlayan siyasi düşünceler, sivil-toplum hareketleri ve dini cemaatlerin; demokrasinin yanında ve karşısında yer aldıklarını; Nurcuların ise, ihtilal anayasasına ve rejimine hayır diyen yüzde sekizin içinde yer aldıklarını da, o günleri yaşayanlar bilirler. Tarihin çok garip bir cilvesidir ki; soldaki demokratlardan, bir kısım hakiki demokratlara ve nurculara kadar, yüzde sekizlik bu istibdat muhalefetinde kalan bizleri, demokrasiyi anlayamayan bazıları "solcularla beraber" olmakla suçlamışlardı. Geriye dönüp dünü yargılama imkânımız olmadığı gibi, ihtiyacımız da kalmamış. Fakat en büyük müfessir olan zaman, 12 Eylül ihtilâlinin sivil Marksist neoliberallerce dışarda hazırlandığını ve Türkiye'deki Marksist Kemalistlerin de yardımıyla uygulamaya sokulduğunu, tekrar arşivlere kaydetti.

Çok gariptir ki dünkü 12 Eylülcüler, sivil istibdatlarını devam ettirmek için AKP eliyle 12 Eylül anayasasına hayır referandumuyla, sistemin çalışan geri tarafını da tahrip ederlerken, Müslümanları bir daha kandırdılar. Evet ve kerhen evet diyenlerin, hepsi bu gün AKP'ye beddua okuyorlar. Biz ise; 12 Eylül oylamasındaki tavrımız ve izzetimizden taviz vermeden geliyorduk. Milletin öncelikli olarak hürriyetlere ve demokrasiye olan ihtiyacını; gazetemizde, beyanlarımızda ve neşriyatımızda anlattık.