Kur'ân'ın zamanımızdaki en önemli bir tefsiri olan Risale-i Nur eserlerini okuyanlara, "Nur Talebeleri" deniliyor.
Ve bu eserler, gelişen teknoloji ile yüzlerce farklı dile tercüme edildiğinden, dünyada on milyonlarca okuyanı olacaktır. Bu kitaplara, içindeki hakikatlere inanarak sarılanlar, imanlarını bu Kur'ânî hakikatlerle kuvvetlendirmek isteyenler ve belki de bu eserlerin farkını bilenlere elbette Risale-i Nur Talebeleri diyeceğiz. Bediüzzaman'ın Irak ve Suriye gibi yerlerde Nurlardan haberdar olanları ve oradaki hakikatleri kabul edenleri "Nurcular" veya "Nur Talebeleri" olarak kabul etmesi, yukarıdaki manaya kuvvet veriyor, kanaatindeyiz.
Said Nursî'nin Kur'ân ile başlattığı tecdid hareketinden korkan "zamanın idarecileri", Adliyeyi alet ile, onu mahkemelere çıkararak zindanlara atmış. Mahkemelerdeki savcıların iddiasına göre henüz 1945 yılının başında, Türkiye'de altı yüz bin Nur Talebesi varmış. Said Nursî buna itiraz etmemiş. Hatta, Eskişehir hapishanesine sevk edilen yüz yirmi talebesi arasından yalnızca bir buçuk kişinin, imtihan neticesinde, icazetdiploma talebelik belgesi alamadığını söylüyor. Ve Anadolu'nun dört bir bucağından ziyarete gelenleri, yazışanları, aracılarla selam gönderenleri talebeliğine kabul edince; Risale-i Nur Talebeliğinin şartlarını ve sınırlarını doğru belirleyebilmek için araştırmak gerekiyor.
Âhirzaman'ın imansız ve emansız dinsizliğine karşı Risale-i Nurlara taraf olmaktan tutalım, medresedeki talebeliğinin bütün şartlarını titizlikle yerine getirmeye kadar "Nur Talebeliğinin" sınırlarını geniş tutmakta bir sakınca var mıdır Mektubat'taki; dost, kardeş ve talebe ayrımında, "Dostun hassası ve şartı budur ki: Katiyen Sözlere ve envar-ı Kur'âniyeye dair olan hizmetimize ciddî taraftar olsun, ve haksızlığa ve bid'alara ve dalâlete kalben taraftar olmasın, kendini de istifadeye çalışsın." (Mektubat, Yirmialtıncı Mektup) Nurlara yönelenlerin dahil olacakları gruplardaki asgarî şartları sayıyor. Risalelerine taraftarlığı, zulme ve bid'alara itirazı "dost"tan isteyen Bediüzzaman, belki de çizgiyi buradan başlatıyor. "Kardeşliğin" şartlarında; Nurların neşrini, şahsî ibadetleri ve kebairden içtinabı sayarken, burada talebeliğin çıtası yükseliyor.
"Talebeliğin hassası ve şartı şudur ki: Sözleri kendi malı ve telifi gibi hissedip sahip çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini onun neşir ve hizmeti bilsin." Talebeliğin buradaki ölçüleriyle, Bediüzzaman'ın mektuplarındaki ve müdafaalarındaki "Nur Talebeleri" tabirleri arasında, zahiren bakıldığında tenâkuz gibi görünecek farklar vardır fakat, âhirzamanın çok ağır şartlarında Kur'ân davasına küçücük bir faydası dokunanın, hem Üstadımızın yanında hem de hakikatte kazandığı önemi düşündüğümüzde, Nur Talebeliğinin sahralar misal geniş alanının hikmetini anlamaya çalışıyoruz.
Risale-i Nur ile irtibatlı dost, kardeş ve talebelerdeki "Risale-i Nur Talebeliğinin" farklı telâkkileri bazen yanlış da anlaşılabiliyor. Risale-i Nur'a muhatap ve talebe olmanın en yüksek derecesini esas alıp, "Biz Nur Talebesi olamayız" ifadesindeki tevazunun, çoğu kez, meseleyi doğru anlamayı zorlaştırdığını da belirtelim.