Millet İttifakı mı, Demokrasi Cephesi mi

Geçmiş yazılarımızın birinde, son seçimlerdeki millet ittifakı başarısının, demokrasimize yeni pencereler açtığını yazmıştık.

Geçen mevsimde, "Millet İttifakı" ifadesi siyasilerimize daha cazip gelmiş olmalı. Gel gör ki, dün dünde kaldı. Dünya kapitalinin önemli bir kısmını kontrollerine almış, demokrasi düşmanı global sosyal Marksistlerin, günümüz dünyasındaki bütün sosyal yapılara sızarak, çoğu kez liberal ve hürriyetçi kostümlerle ihanetlerine şahit oluyoruz; Latin Amerika'nın önemli ülkesi Meksika'da olduğu gibi. Yahudi asıllı ve global Marksist kapitalistlerin elemanı bu ülkeye, yüzde elli sekiz gibi bir rey ile başkan seçildi. 12 Eylül Türkiye'sinin kırk küsurluk anti demokratik sürecinde de, bolca bu münafıklıklara şahit olduk. Müşahhas örneklerini zekâvetinize havale ediyoruz.

Dünyadaki siyasi icraatların, belli felsefi düşüncelere veya mefkûrelere dayandığını kabul ettiğimizde, temeldeki söz konusu paradigmaların anlaşılmasının öncelikli olduğunu da kabul etmek durumundayız. Global sosyal Marksistlerin karşısındaki yegâne cephenin; hürriyetçi, millî ve parlamenter sistemi kabullenmiş demokrasi olduğunu esas aldığımızda, aktüel dünya siyasetinin "bileşik su kapları" misali her coğrafyada ve bütün halklarda geçerli olduğunu anlıyoruz. İşte bu önemli hakikati Bediüzzaman Hazretleri: "Devletler-milletler muharebesi, tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevki ediyor." cümlesiyle, yüz küsur sene önce tesbit etmiş. Mevcut dünyamızın, kapısı açık hiçbir sosyal yapısı yoktur ki; demokrasi ile global sosyal Marksistlerin temsil ettikleri istibdat birbirleriyle mücadele etmesinler. Bir mahalledeki sosyal yapıdan sivil toplumlara, dinî cemaatlerden siyasi partilere kadar rakibane kamplaşmalar, dikkat edenlerce görünüyor. Bu girift hâli Türkiye'mizin siyasi partilerine veya devlet teşekküllerine tatbik ettiğimizde, Millet İttifakı gibi mücerred bir mananın, demokrasiye çalışanlara şemsiye olamayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ülkenin, devletin ve milletin varlıklarının söz konusu olduğu bu savaşlarda, perdeli ifadelerin zamanı geçti diye düşünüyoruz. Milli demokrasimizin doğru tanımları yapılıp; kimlerin bu demokrasinin içinde ve kimlerin bu demokrasinin karşısında olduklarını halkımıza anlatmamızın zamanını kaçırıyor olabiliriz. Demokrasiyi bir bütün olarak kabul edenlerle demokrasi münafıklarının mahiyetlerini ortaya çıkaracak çalışmalar; demokrasiyi tüzüklerinin değişmez maddesi kabul ile yola çıkmış partilerin bünyelerinde, demokrat olan ferdîcemaatî şahsiyetlerin kanatları altında, sosyal Marksistlerin demokrasi adına kuluçkaya yatmalarını önemli nisbette engelleyecektir. Kapitale dayanarak demokrasi yapılarına gizlice müdahale edenler, demokrasiyi doğru tanıtım çalışmalarıyla deşifre edileceklerdir. Bu ifademizi mücerret kabul edip inanmak istemeyenlere, sosyal Marksistlerin meşhurlaştırdıkları medyalarında, "müstebit" olarak suçladıkları bazı ülkelerdeki çalışmaları örnek verebiliriz.

Türkiye'nin mevcut demokrasi mücadelesini, tarihindeki diğer mücadeleleriyle karıştıranlar, istibdada yardımcı olabilirler. Yani Ziya Paşa'ların başlattıkları hürriyet hareketinden, İkinci Meşrutiyet hareketinden, İkinci Dünya Savaşı şartlarında yeniden dirilen Türkiye demokrasisi hareketinden tamamen farklı olarak günümüz demokrasisinin meselesini ele almak durumundayız. Zira demokrasi düşmanları, global çalışıyorlar... Kapital ile elde ettikleri uluslararası meşru yapıları işgal etmiş görünüyorlar. Çin gibi komünist bir ülkeyi sermaye olarak idare ediyor biliniyorlar. Sonra, bankacılık sistemleri üzerindeki hâkimiyetleriyle, oturdukları yerden büyük paralar elde edip o sermayelerini demokrasinin tahribinde kullanıyorlar. Ellerindeki global sermayeyi, Marksist ideolojinin yardımını ve gelişen teknolojiyi kullanarak insani değerleri bitirmeye çalışıyorlar.