Müslümanların sevinç, ümit ve muhabbet bekledikleri bir vakitte, aşağıdaki makaleyi yazmaya mecbur kaldığımı, sizler de anlayacaksınız.
Kırk küsur senedir devam eden bir musibetin (12 Eylülün) tarihçesini, hadiselerini ve kurbanlarını yazmak mümkün müdür Belki... Birkaç ciltlik bir araştırma... Veya bir ansiklopedik çalışma... Fertlerin değil, heyetlerin başarabileceği bir iş... Yukarda arz ettiğim üzere, bayramlık bir yazı ile yetineceğiz.
Zamanın zirvelerine yükselip geçmişin vadilerine bakarak mazi hakkında hüküm vermek kolay görünse de, mesuliyeti ağırdır. 12 Eylülün ilk felaketli günlerindeki zelzeleler-tufanlar önümüzü görmemizi engellemiş olabilir. Basiretimiz de bağlanmış olabilir. Bunca zaman devam edecek bir fitne projesini, zamanında anlayamamışız. Münafık Kemalistlerin; komünistler Türkiye'yi işgal edecek, askerler bizi kurtarsın entrikasını da... O zamanlar, dünya bu kadar küçük değildi. Pencerelerden Avrupa ve Amerika'yı, mahallemizden taakip eden hemen hemen yoktu. Mebusluktan, hariciyeye... Öğretim üyeliğinden bürokrasiye ve askeriyeye; harice gönderilenlerin çoğu Selanikliler Hanedanına yakın kimselerdi. Sosyal Marksistlerin Londra'dan başlayarak Şikagoya ve oradan Latin Amerika'yı işgale gittiklerini sonradan okuyacaktık... Dünya Bankasında, her ülkenin müstakbel kurtarıcılarının (Turgut Özal ve Kemal Derviş gibi...) nasıl eğitildiklerini de çok sonradan öğrenecektik.
Biz ihtilâli ABD yaptı, diye öğrenmiştik. Sosyal Marksistlerin Amerika'ya Ronald Reagan'ı, İngiltere'ye Thatcher'i, Almanya'ya Helmut Kohl'ü ve İslâm Âlemine Turgut Özal'ı küresel projeleri için tayin ettiklerini kırk sene sonra Avrupalı yazarlardan işitecektik. Gençliğimiz; kahrolsun Amerika, İngiliz dessası, bizi sevmeyen Almanlar ve komünist Ruslar dedikodularıyla çalkalandı. Darbecilerden ve Kemalistlerden dolayı iyimser olmazsak da, çok da ümitsiz değildik. Fakat demokrasimizi kurban verdiğimizi bilemiyorduk. Özal ve yoldaşlarının ihanetlerinin milletçe anlaşılacağını zannetmiştik ki, 12 Eylülün ilk sivil kurbancısını da kaybettik. Sorgulanmadan giden Özal'ı, başka kurbancılar taakip ettiler.
Vitrin o kadar münafıkane dizayn edilmişti ki; Müslüman Türkiye; dinlerinin, mukaddes değerlerinin, ahlaki prensiplerinin, eğitim sistemlerinin, geleneklerinin ve gençliklerinin bu 12 Eylülcü zalimlerce kurban edildiğini anlayamamıştı. Zira kurbancılar, dindar çevrelerden seçilmişlerdi. Hatta dini cemaatlerin temayüz etmişleri, hasis menfaatler karşılığında kurbancı elbisesi giydiklerinden, kimsecikler dost ellerindeki bıçakları göremediler...
Toplum olarak verdiğimiz kurbanların başında, Kemalistlerin cehalete mahkûm ettikleri Doğu halkları olmuştu. Dillerini, geleneklerini, milli kimliklerini ve kültürlerini metazori usullerle kaybettikleri gibi; vatanlarını, ekmeklerini, izzetlerini ve evlatlarını da ellerinden alan sosyal Marksist destekli Kemalist Kadroların hedefi, Türk Kürt çatışmasının temellerini oluşturmaktı. Ve bu zaman zarfında yüzbinleri aşan nihal ve servileri kurban etmişti, 12 Eylülün canavarları...
Ve bildiğiniz üzere; bu habis ihtilâl aracılığıyla fitne ateşi Türkiye dışında da tutuşturuldu: Kafkasya'da, Irak'ta, Kuzey Afrika'da, Suriye'de, Ukrayna'da ve nihayet Gazze'de... Bütün bu ateşlerin fitilini tutuşturan kıvılcımın 12 Eylülün zehirli hançeri olduğunu, hala birçok vatanperverimiz bilemiyorlar.