Bu soruyu elbette, demokrasiyi doğru tarif eden ve yakın tarihimizdeki demokrasinin tekâmülünden haberdar olanlara soracağız.
İstibdat ile hürriyetin farkını bilemeyenler, İslâmiyet'i hâşâ istibdada müsait zannedenler, meşrutiyetçi demokrasileri cumhur demokrasilerinden ayırt edemeyenler ve klassik bolşevizmi otoriter idare kabul edenlere, başlığımızdaki soruyu zinhar soramayız.
Dünyamızın bir köye dönüştüğü ve mütemadiyen globalleşmeyi konuştuğumuz şu zamanda, iki kıta arasındaki demokrasi farklarının azalmasından bahsedenler de olacaktır. Belki de bu yazımızda; dünya siyasetini etkileyen küresel hareketleri dikkate alarak, zamanımızdaki demokrasi düşmanı global sermaye karşısında ABD ile AB'nin duruşlarını karşılaştıracağız. Yaşlı küçük kıtanın fıtrî şartları, insanî dağılımı, bugününü kısmen yönlendiren tarihi, Asya-Avrupa ile iç içeliği, İngiltere'nin yakın zamana kadar AB üyesi olması, fonlar üzerinden AB sermayesinin neoliberallerce Çin'e aktarılarak AB'nin küresel sosyal Marksistlere muhtaç hâle getirilmesi ve aynı zamanda AB'nin demokrasinin ana vatanı olması gibi çokça avantajlaradezavantajlara sahip Avrupa, elbette bazı temel paradigmalar itibariyle ABD'den farklı olacaktı. Küresel Marksizm ve Amerikan Yüzyılcıları projesinde bir araya gelen Troçki'cilerin hazırladıkları BOP ve bu projenin hayata geçirilmesi için gerçekleştirilen 11 Eylül İhtilâli olmasaydı, belki de uzun uzadıya ABD-AB demokrasilerinin farklarından bahsetmeyecektik.
AB'nin bir barış ve demokrasi projesi olduğunda, araştırmacılar ve bilhassa siyaset tarihçileri ittifak ediyorlar. Lâkin Neoliberallerin; programlarını, Enternasyonalciler (Yeni Muhafazakârlar) olmadan global düzeyde gerçekleştiremeyeceklerini bildiklerinden, bu iki saldırgan Marksist hareketi Henry Kissenger ile Karl Popper'in müritleri Avrupa'da; Dünya Ekonomik Forumu (WEF) çatısı altında, İsviçre'nin Davos şehrinde koordine edeceklerdi. Başına da Yahudî asıllı ve Harvard'da Kissenger'e talebelik yapmış Klaus Schwab getirilip; demokrasi karşıtı ve sermaye kontrolündeki müstebit sivil küresel yapılanma dünya demokrasilerinin içini çürütmeye başlayacaktı. Dünya sermayesini entrika, korku ve iğfalle kısmen yönetenler, Çin yönetimini de yanında tutacaktı.
AB demokrasilerinin artıları arasındaki millîlik, tarih şuuru, rekabet, demokrasi bağlamında üçüncü ülkelerle işbirlikleri ve Rusya'ya komşuluk; AB'deki demokrasiyi daha hassas sınırlara mecbur bırakıyor. Yaklaşık doksan milyon insanın hayatına mal olmuş iki büyük dünya savaşından çıkarılan tecrübeler ile Eski Sovyetler'in geride bıraktığı acı tecrübeleri de bu daireye dahil etmeliyiz.
ABD demokrasisi; coğrafyası, farklı ırklardan dinlerden insanları barındırışı, adalet ve hürriyet ile başaramadığını kuvvetle yapması, Avrupa'dan buraya getirdiği sermayeyi kullanarak modern emperyalizmi tesisi, Birleşmiş Milletler başta olmak üzere Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu, NATO ve diğer önemli küresel yapılanmalara ev sahipliği yapması cihetleriyle de, AB demokrasileri kadar sorumluluk üstlenmemiştir. Yakın tarihinde, bilhassa İngilizlerle birlikte karıştığı savaş ve çatışmaları incelediğinizde, bu husus daha açıkça görünür. İngilizlerin İkinci Dünya Savaşı öncesindeki devasa kuvvet, kaynak ve tarih tecrübelerini menfaatleri gereği Amerika ile paylaştıklarını ve dünkü Arap Baharı'na kadar bu ortaklıklarını (Neoconlar-Neoliberaller düzeyindeki ittifak) devam ettirdiklerini hatırlamalıyız. Menfî de olsa, bu imkânı Amerika demokrasisi kullanmıştı.