İslâm, hayatın her alanına ait görüşleri olan, yaşamın bütün alanlarındaki sorunlara çare ve çözüm yolları getiren; hayatın bütün alanlarına müdahale eden bir dindir. Yani, Allah-u Teâlâ'nın arzındaki her türlü fitne, kötülük ve zulmü bertaraf etme iradesini ortaya koyan bir dindir. Böyle bir dinin, her türlü haksızlık, kötülük, haddi aşma ve zulme karşı sessiz kalması, hele dini değerlere karşı işlenen suçlara kayıtsız kalması asla düşünülemez.
İslâm dininin doğuşu ve Hicret'le birlikte devletli din oluşu göz önüne alındığında, değil kutsalları korumak, yeryüzündeki bütün kötülüklere karşı durma iradesini kendisine şiar edinmiş bir din olduğu görülecektir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v), Hicret'le birlikte miladi 622'de Medine'de kurduğu İslâm devletiyle bu iradeyi ortaya koymuş, adaleti tesis etmiş; her türlü fitne ve zulmü bertaraf etmiştir. Bu uğurda Cihad etmiş, yeri geldiği zaman barış anlaşmalarıyla zulmün önüne set çekmiştir.
İslâm'ın devletli din oluşu yeryüzünde adaleti ikamede büyük avantaja dönüşmüş, dini değerler devlet eliyle korunmuştur. Bu yüzden, İslâm devlet sisteminin hâkim olduğu bir iklimde, böyle bir dünya düzeninde dini değerlerin ulu orta aşağılanması asla söz konusu olmamıştır, olamaz da.
Günümüzde Batı'da mukaddes Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)'e ve kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim'e yönelik haddi aşan tutumlar, İslâm devlet sisteminin olmayışı, halkı Müslüman olan ülkelerin başındaki liderlerin müstemleke ruhlu olması dolayısıyla meydana gelmektedir.
Bu yüzden devletli din olan İslâm dininde elbette iyiliği emredip kötülükten nehyetmek başı tutar. İmam-ı Gazali rahmetullahi aleyh, İhyâu Ulûmi'd-Din adlı eserinde emr-i bil maruf nehy-i anil münker farizasının dinde zirve olduğundan bahisle şöyle demektedir: "İyiliği emredip kötülükten men etmek, dinde zirve noktasını teşkil eder. Allah-u Teâlâ'nın peygamberleri göndermesinin en önemli sebebi de budur. Şayet iyiliği emredip kötülükten men etmek ortadan kaldırılıp ilim ve amel ihmal edilseydi, peygamberlik müessesesi işlevsiz kalır, din kuralları çöküntüye uğrar, ihtilaflar çoğalır, sapıklık yayılır, cehalet yaygınlaşır ve fesat her tarafa dağılırdı".
Allah-u Teâlâ, Kur'an-ı Kerim'de iyiliği emredip kötülükten men etme vazifesini yerine getirmemiz gerektiğini birçok kez tekrar etmektedir. Bunlardan birisi şu ayet-i kerimedir: "Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah'a ve Resulü'ne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir" (Tevbe, 71).
Peygamber Efendimiz (s.a.v), bir hadis-i şeriflerinde ise şöyle buyurmaktadır: "Sizden birisi bir kötülük gördüğü zaman eliyle, buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin, buna da gücü yetmezse kalbiyle (ona karşı kin ve nefret beslesin). Bu ise imanın asgari gereğidir" (Müslim, İman 78).