İnsanın yaratılış kodları ve amacı
Allah-u Teâlâ, Kur'an-ı Kerim'de insanı şerefli yarattığına işaret ederek şöyle buyurmaktadır: "Andolsun ki, biz insanoğullarını şerefli kıldık, onların karada ve denizde gezmesini sağladık, temiz şeylerle onları rızıklandırdık, yarattıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık" (İsra, 70).
İnsanın ahsen-i takvim yani en güzel şekilde yaratılması hakkında da şöyle buyurmaktadır: "Elbette biz insanı en güzel şekilde yarattık" (Tin, 4).
İnsanı şerefli ve en güzel şekilde yaratan Allah-ü Teâlâ, insana sayısız nimetler bahşetmiştir. Kur'an-ı Kerim'de, "Allah'ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sayıp bitiremezsiniz" (Nahl, 18) buyrulmaktadır. Elbette sadece nimetler vermekle kalmamış, bütün yeryüzünü insana müsahhar kılmıştır. Kur'an-ı Kerim'de, "O, göklerde olanlar ve yerde bulunanların hepsini, kendi tarafından (bir lütuf olarak) sizin emrinize verdi. Doğrusu bunda, düşünen bir topluluk için gerçekten ibretlerdeliller vardır" (Casiye, 13) buyrulmaktadır.
İnsanın, şerefli en güzel şekilde yaratılması, sayısız nimetler bahşedilmesi, emrine nimetlerin verilmesinin sebebi "bezm-i elest"teki misakla birlikte emaneti yüklenmesi sebebiyledir.
Allah-ü Teâlâ'nın kullarıyla iletişim metodunun anlaşılabilmesi ancak "yaratıcı ve kul" kavramlarının iyi bilinmesiyle mümkündür. Sadece insanı değil, bütün bir kâinatı yaratan, ilim ve hikmet, güç ve hüküm sahibi bir yaratıcının, yaratılış safhası, yaşam ortamı, hayatını devam ettirmesi için gerekli altyapı olmak üzere her alanda kendisine muhtaç ve aciz bir kula yüklediği sorumluluğun başlangıcı olan "bezm-i elest"teki misakla başlayan süreci görmek gerekir. Bundan dolayıdır ki "yaratıcı ve kul" arasındaki bağ daha yaratılış aşamasında kulun, Rabbinin otoritesini kabul etmesiyle başlamıştır.
Şerefli bir kul olarak insan, daha yaratılış aşamasında Rabbinin, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim" sorusuna, "Evet, sen bizim Rabbimizsin" (A'raf, 172) cevabını vererek kulluğunu ikrar ile yaratıcının yegâne güç ve hüküm sahibi olduğunu kabul ederek "emanet"i yüklenmiştir. Bunun için, "Ne zamandan beri Müslümansın" sorusuna, "Kalû belâ'dan beri" deriz.
İnsana verilen bu değer, tamamen emanete muhatap kılınması dolayısıyladır. Yoksa insanın bütün zaaflardan arındırılmış bir varlık olduğundan değildir. Emanetin büyüklüğüne layık bir insanın yaratılması tabiidir.
İnsanın yaratılış hengâmında Rabbi'nin hüküm ve otoritesini kabul edişi aslında dünya hayatında, yaratılış safhasında Rabbine verdiği söze uygun hareket etmesi gerektiğinin adıdır. Yine yaratıcının hükümlerine itaat etmeyi ve O'nun hâkimiyetine ram olarak hayatını devam ettirmeye söz vermesidir. Kaldı ki insanoğlunun "emanet"i yüklenmesi ve Rabbinin otoritesini kabul etmesi icbârî değil, iradîdir. Bu konuda Kur'an-ı Kerim'de, "Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir" (Ahzab, 72) buyrulmaktadır.
İnsanın diğer varlıklardan farklı yaratılış özelliklerinden birisi de özgür iradesi sayesinde tercihini yapabilecek kabiliyette; iyilikte ve kötülükte potansiyelinin çok yüksek olması cihetiyle farklı bir konumda olmasıdır.