Devlet Başkanı olarak Hz. Muhammed (S.A.V.)

Kur'an-ı Kerim'deki, "Deki o Allah birdir" (İhlas, 1), "Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka tanrılar bulunsaydı, yer ve gök (bunların nizamı) kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki arşın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir" (Enbiya, 22), "Hükümranlık (mülk) elinde olan Allah yücedir. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir" (Mülk, 1) ayetlerinde Allah-u Teâlâ'nın gücünün bütün âlemi (evreni) kuşattığı, sadece dünyanın değil bütün bir kâinatın tek hâkimi olduğu vurgulanır.

Allah-u Teâlâ'nın hayatın her alanını kontrol altına aldığı, her alanına müdahil olduğu; yaratılıştan tekâmüle eriş ve ölüme kadar her evreyi kontrol eden mükemmel yaratıcının güneşi, gezegenleri, yıldızları bir boşlukta direksiz tutarken, mikrodan makroya bütün canlıları mükemmel şekilde yaratırken, bunların nizam ve intizamına, nasıl hareket edeceklerine dair kuralları koyup işlettiği gerçeği ortadayken, yeryüzünün nasıl yönetileceğine dair bir hükmünün olmaması, hükümlerinin icrası içinde insanlar içinden özel kullarını seçmemesi düşünülemez.

Bu sebeple, Allah-u Teâlâ, hükümranlığını, kanunlarının üstünlüğünü uygulayarak gösterme görevini peygamberlere vermiştir. Rabbimizin emirlerini tebliğ, tebyin ve uygulayarak gösterme görevini üstlenmiş müstesna elçilerinden en önemlisi hiç şüphesiz Peygamberimiz Hz. Muhammed'dir (S.A.V.).

Sadece insanlara değil, cinlere ve varlıkların tamamına, sadece yeryüzüne değil bütün âlemlere rahmet olarak gönderilen (Enbiya, 107) bir Peygamberin, yeryüzüne nizam vermek ve Allah'ın dininin bütün dinlerden üstün olduğunu göstermesi, yeryüzünde Allah'ın hâkimiyetini tesis etme hedefi için çalışması ve bunu başarması tabiidir.

Âlemlerin bütün sorumluluğu üzerine yüklenmiş bir Peygamberin yeryüzünün tamamına Allah-u Teâlâ'nın hâkimiyetini yayma hedefi ve bu hedef uğruna tebliğ, cihad ve nihayet İslâm devletini kurması tam manasıyla getirdiği dinin evrenselliğidir ve bu yüzden İslâm, dini, kültürel, siyasal, ekonomik ve hukuksal alanlara ilişkin düzenlemeler getirmiş; sosyal yaşamın her alanını, her aşamasını kontrol altında tutan bir din olarak ortaya çıkmıştır. İslâm'ın bu bütüncül yapısı, onun sadece bir din olmadığı, kültürel ve toplumsal yapıyı düzenlediğini, hayatın her alanına müdahil olduğunu ve siyasal bir düzen (sistem) önerdiğini göstermektedir.

Kur'an-ı Kerim'de Hz. Muhammed (S.A.V.) hitaben, "Gerçekten biz sana kitabı (Kur'an'ı) hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği şekilde hüküm veresin" (Nisa, 105) ve "And olsun ki, biz peygamberlerimizi mucizelerle gönderdik. Hem onlarla birlikte kitabı ve adalet terazisini de indirdik ki, insanlar adaleti ayakta tutsunlar. Bir de demiri indirdik. Onda hem aşırı bir sertlik, hem de insanlara birçok faydalar vardır. Ve çünkü Allah, kendisine ve peygamberlerine, görmeden kimlerin yardım edeceğini belli edecektir. Şüphesiz, Allah, kuvvetlidir, güçlüdür" (Hadid, 25) buyrularak adaleti sağlamak ve Müslümanların izzetlerini korumak için devletin gerekliliği vurgulanmıştır.

Kur'an'daki, "Kendilerine kitap verilenlerden oldukları halde, Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resulünün haram ettiğini haram tanımayan ve hâk dini (İslâm'ı) din edinmeyen kimselerle (Yahudi ve Hıristiyanlar), ezilerek kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın!" (Tevbe, 29) ve "Yeryüzünde fitne (şirk) kalmayıp, din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın (cihat edin). Eğer küfürden vazgeçerlerse bilsinler ki, Allah yaptıklarını görür muhakkak görmektedir" (Enfal, 39) ayetleri Allah'ın hâkimiyetini tesis etmek için hedef koymaktadır ve tarih, bu hedefleri gerçekleştiren peygambere şahitlik etmiştir.

Peygamberimiz Hz.Muhammed (S.A.V.), Mekke'den Medine'ye "Hicret" eder etmez hicrete katılan muhacirler ile Medine'de Müslümanlara ev sahipliği yapan ensarı kardeş ilan etmiş ve vakit kaybetmeden tebliği devletle desteklemek için 622'de Medine başkent olmak üzere İslâm Devleti'ni kurmuştur.

Allah'ın Resulü'nün kurduğu devletin ilk anayasası olan "Medine Anayasası", hâkim unsur Müslümanlarla birlikte burada bulunan Yahudiler ve müşriklerin de haklarını koruyacak şekilde düzenlenmişti. Bu devlette diğer unsurlar bulunmasına rağmen hâkimiyet Allah-u Teâlâ'ya, yetki Peygamberimize, bu uğurda mücadele etmek de Müslümanlara aitti. Hedef, adaletin tesis edilmesiydi. Böylece İslâm'ın üstünlüğüne ilâveten, izzet üstünlüğü de devlet eliyle Müslümanlara verilmişti.

O günlerde Medine'deki demografik yapı Müslümanların aleyhineydi. Toplam nüfus 10000 (on bin) civarındaydı. Müşrik Arapların sayısı 4500, Yahudilerin sayısı ise 4000 civarındaydı. Müslümanlar ise 1500 kişiydi. Az sayıda da Hıristiyan bulunmaktaydı. Bu nüfus verilerine göre Müslümanların diğer unsurlara oranı yaklaşık olarak 6'da 1 idi.

Demografik yapının Müslümanların aleyhinde olmasına rağmen Hz. Muhammed (S.A.V.), İlahî yardım ve karizmatik liderliğiyle kendini kabul ettirmiş, devlet başkanlığını deruhte etmişti. Hz. Muhammed'in (S.A.V.) nüfus sayımı yaptırması ve devletin sınırlarını belirlemesinden sonra açıkladığı kuruluş anayasası "Besmele" ile başlamakta ve 47 maddeden oluşmaktaydı.

Allah'ın Resulü'nün kurduğu devletin ilk anayasası mesabesindeki "Medine Sözleşmesi", hâkim unsur Müslümanlarla birlikte burada bulunan Yahudiler ve müşriklerin de haklarını koruyacak şekilde düzenlenmişti. İslâm devletinin kurucusu, âlemlere rahmet Hz.Muhammed (S.A.V.), kuruluş anayasası ile burada yaşayan müşriklerle, Benî Kurayza, Benî Nadîr ve Benî Kaynuka Yahudilerinin can, mal ve din hürriyetlerini teminat altına almıştı. Bu anlaşmaya göre Medine'ye herhangi bir saldırı söz konusu olduğunda bu unsurların şehrin savunmasına katılmalarını şart koşmuştu.