Eğitim testlere, aile bağları ekranlara teslim edilince; toplumun töresi de yok oldu…
Geçen günlerin birinde Kadıköy'deki sahafları dolaşırken gözüme bir kitap ilişti: "Ortaokullar İçin Ev İşleri Ders Kitabı - Sınıf:II." 1970 basımı bu kitabı heyecanla karıştırmaya başladım. Kapağında ve ilk sayfasında "Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu kararı ile ortaokulların ikinci sınıflarına DERS KİTABI olarak kabul edilmiştir" ifadesi yer alıyordu. Ortaokul ikinci sınıfı 1959 yılında okumuş biri olarak, bizim de benzer bir kitabı okuduğumuzu hatırladım.
Küçük boyutlu (13.5 x 19.5) ve 127 sayfadan oluşan bu kitap, yedi bölümden meydana geliyordu. Her bölümün sonunda ise o bölümde anlatılan konularla ilgili sorular yer alıyordu. Başlıklar şöyleydi: "İyi ve Mutlu Bir Aile Nasıl olur", "Biçki-Dikiş-Nakış", "Ev Temizliği", "Çamaşır ve Ütü İşleri, Kumaşların Boyanması", "Aile Bütçesi ve Alış Veriş", "Yemek Pişirme", "Hasta Bakımı".
Kuzguncuk'ta bir çocukluk hikâyesi
"İyi ve Mutlu Bir Aile Nasıl Olur" başlıklı bölüm, "Ev aile hayatında önemli bir yer tutar. Ailenin sevincine ve kederine ortak olan bu kutsal yeri ev kadını bilir ve dilerse sevimli bir yuva hâline getirebilir" sözleriyle başlıyordu. Ben, İstanbul'un -her ne kadar adı bizim köy olarak geçse de- Kuzguncuk adıyla bilinen bir semtinde büyüdüm. Kuzguncuk, bir dönem oldukça şanslı bir semtti. Nakkaş Vadisi içinde yer alan Beylerbeyi Gazhanesi'ne yakın olduğu için kesintisiz havagazı alırmış. Bu nedenle çocukluğumda evimizin havagazıyla aydınlatıldığını ve havagazı ocağı bulunduğunu hatırlıyorum. Buna karşın buzdolabı yoktu; Malta taşıyla kaplı orta sofanın altındaki sarnıç zaman zaman soğutma amaçlı kullanılır, yemekler ise her gün öğünlük olarak hazırlanırdı.
Sanırım ilkokul ikinci sınıftayken eve ilk buzdolabı alındı. Frigidaire marka buzdolabımız kısa sürede komşular arasında meşhur olmuştu. Babam buzdolabına giren yemeği pek yemezdi; bazı kahvaltılıklar ve et dışında buzdolabına konan bir gıda hatırlamıyorum. Hemen her şey mutfaktaki büyük tel dolapta dururdu. Yaz aylarında ise konu komşu akşamları bizim eve buz almaya gelirdi. Sabahtan büyük kaplara konan suların donması beklenir, akşam gelen isteklere göre paylaştırılırdı.
Her gün kalabalık bir aileye iki öğün yemek hazırlamak; evi toplamak ve temizlemek, çamaşır, ütü ve biz çocukların bitmek bilmez kaprislerinin tümü annem tarafından karşılanırdı. Evimizin poyraza açık büyük bir bahçesi vardı. Bu nedenle özellikle yaz aylarında kimileri yatılı, kimileri ise günübirlik çok sayıda misafirimiz olurdu. Bugünün yaşam tarzıyla karşılaştırıldığında "İlkel" sayılabilecek şartlar altında sürdürülen hayattan annemin şikâyet ettiğini ise hiç hatırlamıyorum.
"Aile büyükleri… Bütün davranış ve sözlerinde evlâtlarına iyi örnek olmaya, onları iyi terbiye etmeye uğraşırlar. Çocuklarına iyi alışkanlıklar kazandırır, görgü kurallarını öğretirler. Küçükler de büyüklerin isteklerini yerine getirir, yaşlarına, kız veya erkek oluşlarına göre aile içinde kendilerine düşen işleri yaparlar. Büyüklere saygı, güler yüz göstermeye, münasip zamanlarda hatırlarını sormaya, onlara seve seve yardım etmeye çalışırlar." (s. 10-11)
Değişen aile alışkanlıkları
Aile içindeki oyun ve eğlenceler bölümündeki sözler, artık hayatımızı yönlendirmede neredeyse daha da etkili hâle geldi: "Kolay para kazanmak insanları hırslı hâle getirir, çalışma gücünü yok eder." (s. 11)
Gördüğüm kadarıyla ülkemizde yaşayanların çok büyük bir bölümü kolay para kazanmanın peşinde. Yaptığı işten mutlu olan ve kazancını yeterli bulan kişi sayısı ise oldukça az. Gerek görsel gerekse yazılı medyanın büyük bir kısmı, kolay para kazanmayı alışkanlık hâline getirmiş ya da buna heves eden insanlarla dolu. Ardından da bu alışkanlıktan şikâyet edip toplumun yozlaştığından söz edilmekte.
"İleri batı ülkelerinde boş zamanı değerlendirme konusu en önemli sosyâl problemlerden biri olarak ele alınır.Büyük küçük her bireyin iş, uyku, yemek, yol gibi toplum ve doğal düzenin gerektirdiği saatler dışında ve doldurulması tamamen kişinin iradesine kalmış boşluklar vardır... Yorulan fizik yapımız sekiz saatlik bir uyku ile dinlenebilir. Önemli olan tinsel yıpranmamızdır. Faydalı ve meraklı meşguliyetler bu yönden dinlendirici niteliğe sahiptir." (s. 13)
Okuma kültüründen ekran bağımlılığına
Yakın geçmişte, insanların büyük bir çoğunluğu boş zamanlarını kitap okuyarak, sinema ya da konserlere giderek veya eş dostla sohbet ederek değerlendirirdi. Sabahları okula giderken bindiğim vapurda hemen herkesin gazete okuduğunu görürdüm. O günün gazetelerinde, günlük haberlerin yanı sıra çeşitli konularda yazılmış makaleler, hatta bazen bir romandan bölümler yer alırdı. Gazete yalnızca haber almak için değil, kültürel açıdan gelişmek için de okunurdu.
Sonra evlere televizyon girdi ve zamanla evin hemen her odasını bir televizyon cihazı işgal etmeye başladı. Öyle ki, bırakın konu komşuyu, ev halkı bile birbiriyle konuşmaz oldu. Ardından hayatımıza akıllı telefonlar girdi. Artık birbirimizle konuşmayı, okumayı bir kenara bırakıp pek çok şeyi sadece seyrediyoruz. Şimdi vapura, metroya veya otobüse bindiğimde, hemen herkesin telefonuyla meşgul olduğunu ve çevresiyle hiç ilgilenmediğini görüyorum. Hani bir deyiş vardır: "Dünya yıkılsa umurlarında değil!"
Dijital yalnızlığın yeni hâli
Geçenlerde bir lokantada yemek yerken, yanımızdaki masaya çocukluklarından beri tanıdığım yeni evli bir çift geldi. Karı koca karşılıklı oturdular ve ellerindeki telefonlarla meşgul olmaya başladılar. Bir süre sonra dayanamadım: "Yahu siz neden buraya geldiniz Evde yemek yoktu da açlığınızı gidermek için mi, yoksa karı koca baş başa sohbet etmek için mi" diye sordum. Hayretle yüzüme baktılar. "Kaldırın şu telefonları da biraz birbirinizle konuşun!" dedim. Ellerindeki telefonları, "Bu da nereden çıktı!" der gibi bir yüz ifadesiyle kenara koydular. Ben de kaşımda oturan dostumla sohbete devam ettim.
On dakika ya geçti ya geçmedi; bir baktım, ellerinde yine telefon. Daha da ilginci ise bir kafede başıma geldi: Karşılıklı oturmuş iki genç kız, ellerindeki telefonlara hızlı hızlı bir şeyler yazıyorlardı. Yaklaşık yarım saate yakın, yan masadaki bu hararetli yazışmayı izledim.
Bir süre sonra merak bu ya dayanamadım: "Siz hiç karşılıklı konuşmamız mısınız" diye sordum. Şaşkınlıkla bana baktılar: "Biz birbirimizle yazışıyoruz!" dediler. Bu kez hayrete düşen ben oldum. Karşılıklı oturan iki insanın, konuşmak yerine yazışmayı tercih etmesi beni gerçekten şaşırttı.

3