Ahlat ve kalesi

Un elerken deve geçti elekten… Anadolu'nun unutulan bir sözü Ahlat'ta yankılanıyor…

1960'lı yılların sonuna doğru birkaç arkadaş yaz aylarında Doğu Anadolu gezileri yapmıştık. Bir-iki gün Bitlis'te kalmış, sonrasında Ahlat'a gitmiştik. İnsanın bence en önemli özelliği bazı detayları unutmasıdır; hangi otobüslere bindik, hangi otellerde kaldık, doğrusu hatırlamıyorum. Herhâlde gençliğin getirdiği merak duygusu tüm bu sıkıntıları unutmamı sağladı. Ancak bazı kasabalarda gece kalacak yer bulamadığımız için camilerin son cemaat yerlerinde gecelediğimiz unutmam mümkün değil.

Ahlat'ta, özellikle de bin yılın anıtsal mezarlığına gitmek için çok yol yürümüştük. Bir ara susuzluktan baygınlık geçirmiştik. Şimdi her şey daha kolay; bir araç sizi kısa sürede gideceğiniz yere ulaştırıyor. Su ise hiç problem değil, hemen her yerde şişe suyu bulmak mümkün. Ancak elli yılı aşkın süre önce bütün bu kolaylıklar yoktu. Yolculuk, hele de kent merkezleri dışında yapılan geziler, inanılmaz güçlük çekmemize neden oluyordu.

Günümüzde yapılan kazılar sonucu gün yüzüne çıkarılan mezarların ve taşların çok azı o günlerde görünür hâldeydi. Yer yer büyükbaş hayvanların otlamakta olduğu, çoğu devrik ve toprağa gömülü taşların bulunduğu kıraç bir araziydi. Birkaç fotoğraf çektik, biraz dolaştık; sonrasında Sahil Kalesi'ni ziyaret ettik. Kale içinde çok daha hareketli bir yaşam vardı: insanların yaşadığı evler, birkaç küçük dükkân, ortalıkta koşuşan çocuklar ve camilerin avlularında sohbet eden yaşlı erkekler… Kalenin sahilinde göle girip hem serinlemiş hem de günlerdir yıkanamamanın acısını çıkarmıştık. Kale içindeki anıtsal nitelikteki iki cami ilgimizi çekmişti. Çok sayıda fotoğrafını çektik ama ne yazık ki daha sonra bir kaza sonucu filmler yandı.

Ahlat'ın tarihi

Ahlat, Urartular'dan Osmanlılar'a kadar çeşitli devlet ve hanedanların idaresinde kalmıştır. Şehrin en eski sakinleri olan Urartular buraya "Halads", Ermeniler "Şaleat (şeliat)", Süryaniler "Kelath", Araplar "Hilât", İranlılar ve Türkler ise "Ahlat" adını vermiştir. Ahlat, Hz. Ömer devrinde, 640-641 yıllarında fethedilmiştir. Bir süre sonra tekrar Roma denetimine geçmişse de 990 yılında bu kez Mervanilerin hâkimiyetine girer. Ahlat, bir beyliğin başkentidir ve yöneticileri "Ermen Şah" (Ermenilerin Kralı) unvanını taşımıştır. H. 607 / 1207-1208 tarihinde Eyyûbî hâkimiyetine girer. El-Eşref'in (Şerefhan) hükümdarlığı sırasında bağımsızlığını ilan ederek Mezopotamya ve Kuzey Suriye'ye doğru topraklarını genişletir. 1244 yılında bu kez İlhanlıların yönetimi başlar. Bir dönem Karakoyunlu Devleti'ne, sonrasında Akkoyunlu Devleti'ne katılır ve Uzun Hasan'ın önemli merkezlerinden biri olur. Ahlat ve yöresi, Osmanlı İmparatorluğu hâkimiyeti öncesinde bir süreliğine Safevî yönetimine girmişse de bu konuda yeterli bilgi bulunmamaktadır.

Osmanlı hâkimiyeti

Ahlat, Adilcevaz ve Erciş, Kanûnî Sultan Süleyman'ın Irakeyn Seferi (1533-1536) sırasında Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katılır. Kısa süre sonra Ahlat, büyük bir Safevî saldırısına uğrayarak yerle bir edilir. Birkaç yıl sonra ise Osmanlılar, göl kıyısına günümüze ulaşan hisarı inşa ederler. Kırk bir yıl devam eden Osmanlı-Safevî mücadelesi, 1555 tarihinde imzalanan Amasya Antlaşması ile son bulur. Çeşitli sebeplerle, Moğol istilasından itibaren önemini kaybetmeye başlayan şehir, bu dönemde Van Gölü havzasının en sönük şehirlerinden biri hâline gelmiştir. 1556 yılında yapılan bir tahrirde şehrin nüfusunun, askerler ve din adamları dışında, yaklaşık 1600 kişi olduğu belirtilmektedir. Bu olumsuz tabloya karşın Osmanlı İmparatorluğu idaresi, hisarın içinde iki cami yaptırmıştır: Cümle kapısı üzerindeki kitabede H. 972 / 1564-1565, minare gövdesinde ise H. 978 / 1570-1571 tarihi okunan İskender Paşa Camii ve hamamı ile H. 992 / 1584-1585 tarihli Kadı Mahmud Camii. Bazı kaynaklarda İskender Paşa Camii'nin Mimar Sinan eseri olduğu ileri sürülürse de minare üzerindeki "Ahlatlı Büyük Başmimar" yazısı, bu iddianın doğru olmadığını göstermektedir.

Zaman içinde Ahlat şehri, daha doğuya doğru olan bir vadi içinde gelişmiştir. Hisar her ne kadar göl kıyısında olsa da yeni gelişen yerleşim alanına oldukça uzaktır. Bu nedenle giderek önemini kaybederek boşalmaya başlamıştır. 2020 yılından itibaren başlayan çalışmalar sonrası özel mülkiyete ait tüm parseller kamulaştırılır ve hisar içindeki yaşam son bulur. Her ne kadar gerek İskender Paşa Camii gerekse Kadı Mahmud Camii ibadete açık olsa da hisarın içinde yaşam artık yoktur. Son dönemde gerek hisarı gerekse iç hisarı çevreleyen surların onarımı yapılmaya çalışılsa da ortaya çıkan sonuç gerçekten ürkütücüdür. Bu arada İskender Paşa Hamamı da sözde restore edilmiş olup utanç verici bir hâldedir.

Ahlat Hisarı'nın önemi

Ahlat Hisarı, Osmanlı İmparatorluğu döneminde inşa edilen en doğudaki hisardır. Van Gölü kıyısına inşa edilmesinin temel nedeni, karadan gelecek saldırılara karşı gölden gelecek takviye kuvvetlerinin güvenli şekilde şehre ulaşmasını sağlama düşüncesidir. Evliya Çelebi, Ahlat Kalesi olarak bahsettiği bu hisarın H. 969 / 1561-1562 tarihinde Kanûnî Sultan Süleyman'ın emriyle Zâl Paşa eliyle yaptırıldığından söz eder: "Göl kıyısında dörtgen şekilli bir sağlam kaledir. Fırdolayı büyüklüğü 3 bin adımdır. Tamamı 14 kuledir ama duvarı o kadar yüksek değildir. Hendeği de derin değildir, ama duvarları oldukça sağlam yapılmıştı ve gayet geniş duvarları vardır. Göl kıyısına bakan üç kat sağlam demir kapısı vardır. Bu kapı üzerinde kalenin tamamlanmasına ait celî ma'kal hat ile tarihinin son mısra'ı budur: 'Aceb makâm-ı latîf zehî binâ-yı metîn. Sene 970 (1562-63).' Bu kapının derya tarafı kıbledir… Kale içinde temiz toprakla örtülü 350 hane, Süleyman Han'ı, bir camii ve bir hamamı ve bir hanı ile 20 kadar dükkânı vardır."

Günümüzdeki durumu

Son yıllarda özel önem verilen 1071 Ahlat ve Malazgirt Zaferi törenleri ve çalışmaları için önemli bir yapı olan Ahlat Sahil Kalesi'nin acilen onarılması ve ülkemizin yüz akı bir uygulama olarak yaşama kavuşturulması gerekmektedir. Her iki caminin bakımı dışında büyük bir onarıma ihtiyacı yoktur. Ancak hisarın içi, tümüyle insan yaşamından soyutlanmış durumdadır. Hisarın içinde, sahile paralel şekilde uzanan "Kale 4 Caddesi" ile ona dik olarak uzanan çıkmaz sokaklarda çok sayıda konut bulunmaktadır. Hemen hepsi niteliksiz olan bu konutların yerine, Ahlat'ta çalışan kamu personeli için lojman olarak kullanılmak veya uzun vadeli kiralamak amacıyla tek ya da en fazla iki katlı konutlar yapılabilir. İç kale, yapılacak hızlı arkeolojik araştırmaların ardından bir konser veya gösteri alanı olarak düzenlenebilir. Hisarın üst bölümleri ise ağaçsız, büyük bir alan olarak durmaktadır. Muhtemelen geçmişte de bu bölgede herhangi bir yapılaşma bulunmamaktaydı. Bu alanda, kış aylarında öğrenci yurdu; yaz aylarında ise bölgede çalışan eğitim ve sağlık personelinin kullanımına tahsis edilecek, en çok iki katlı ve yöresel özellikler taşıyan çağdaş binalar yapılabilir. Ahlat Hisarı, onu yeniden hayata kavuşturacak bir irade bekliyor. Zaman zaman bu tür onarımlar için "Yeteri kadar paramız yok!" sözlerini işitmekteyim. Eğer bu tür onarım ve bakımlar sonrası ortaya çıkan ürünü değerlendirmekten acizseniz, bu tür bahanelerin ardına sığınma lüzumunu duyarsınız. Yapılan işin bir koruma faaliyeti olmasının yanı sıra, çağdaş olanaklarla kullanımına da cevap verecek nitelikte olması gerekir. Bu tür faaliyetler sonucu ortaya çıkan ürünün mutlaka bir müşterisinin olması şarttır. Aksi takdirde, Muallim Naci Bey'in yüz yıldır söylenmekte olan sözünü duymamış oluruz.