Bin üç yüz yıl önce kaleme alınan "Yönetim Sanatı", devlet yönetiminde başarı için gerekli erdemleri bugüne taşıyor. Tang Hanedanı İmparatoru Taizong'un öğütleri, adaletin, eleştiriye açıklığın ve bilgelikle yönetimin önemini bir kez daha hatırlatıyor…
20 Eylül 2025 tarihli "Doğruluğu âşikar olanın saltanatı" başlıklı yazımda Wu Jing'in yazdığı "Yönetim Sanatı" adlı kitabından yaptığım alıntıları sizlerle paylaşmıştım. Bu kez aynı kitabın başkaca bölümlerine değinmek gerektiğini düşünerek bu yazıyı yazmak istedim.
Çin Sarayı, devlet yönetiminde görev alacak insanları özel olarak seçmektedir. Asırlar boyunca süren devletin büyüklüğü de bu özelliğinden kaynaklanmaktadır. Bir dönem saray görevlisi olarak çalışan Wu Jing (669-749), VIII. yüzyıl başında kendinden önceki dönemde imparatorluk yapmış olan Tang Hanedanı'nın ilk imparatoru Taizong'un (626-649), vezirleri ve danışmanları arasındaki konuşmaları derleyerek bir kitap yazar. Bu kitabı 700-720 yılları arasında derlediği ve 729 yılında imparator Xuanzong'a (712-756) sunduğu düşünülmektedir. Bu çalışma o günden itibaren Asya'daki imparator, hükümdar ve yöneticilerin başvuru kitabı olur.
Halkın kinini göz ardı etmeyin!
"Eğer görünürde bir umut yoksa halk kin duyacaktır ve halk kin duyarsa tanrılar da kızgın olurlar ve tanrılar kızgın olduğunda felaketler kaçınılmazdır." (s. 8)
Yönetimlerin seçim sonuçlarına göre oluştuğu günümüzde, bir dönem tanrılara atfedilen kızgınlık, artık seçmen kızgınlığına dönüşmüştür. Bazı durumlarda seçmen gönülden de bağlı olsa, başka bir partiye oy vermekten kaçınsa da oy sandığına gitmeyerek veya boş oy vererek kızgınlığını ifade etmektedir. İşin daha da acı verici bir diğer yönü ise özellikle ekonomik refah seviyesi yüksek ülkelerde son zamanlarda oy kullanan insan sayısının giderek azalmasıdır. Siyaset ile uğraşanların bu mesajı yeteri kadar algıladıklarından şüphe ediyorum. Belki bilinçli belki bilinç dışı seçmen "Siz ne yaparsanız yapın, beni ilgilendirmiyorsunuz!" demek istiyor. Ama çok az kişinin bu mesajı anladığını zannediyorum. Çoğu kişi bu durumu ilgisizlik olarak yorumluyor, bence organize olmayan bir protesto gelişmiş durumda.
Toplumsal barışın anahtarı:Adalet
Huzur ve güven, yaygın ve herkesin ulaşabildiği adalet ile gerçekleşir. Eğer adalete ulaşma imkânı zorlaşır, adalet duygusu zedelenir, adil bir sonuç elde etmek için çok uzun bir zamana ihtiyaç duyuluyorsa huzur ve güven oluşmaz. Herkes her şeyden şikâyet eder, şikâyet duygusu öylesine artar ki, toplumun neredeyse tümü hemen her şeyden şikâyet eder hâle gelir. Bir toplumun gelişmesinin en önemli olmazsa olmazı "Eşit adalet" uygulamasıdır. Ekilecek alanlar önce sürülür ve toprak alt üst edilir, alt üst edilmesinin üzerinden uzun zaman geçen topraklar sertleşir, onların üzerine yeni bir şeyler ekmek mümkün değildir. Sertleşip, yeni ekilmek istenenlere direnç gösterdikleri için bu topraklar ürün vermez hâle gelir. Yeni ürünlere, hızla serpilip büyüyecek bitkilere imkân vermezler. Devlet yönetimi de zaman zaman sürülüp yeni düşüncelere açık hâle getirilmezse toprağı yaban otları sarar. Elbette bu otların bazıları faydalı olup, onları kullanmak da mümkündür. Ancak sürülmeyen zaman zaman bilinçli bir şekilde alt üst edilmeyen toprakların verimi düşer ve insanlığa olan faydası azalır.
Korkmak mı endişe etmek mi
"En eski zamanlardan beri hükümdarların bilge kişileri göreve getirdikleri ve onların eleştirilerine açık oldukları sadece endişe ve tehlike zamanlarında görülmüştür. Hükümdarlar güvenlik ve huzur varken gevşek ve ihmalkâr olur, bu da öneri yapanları korkutur. İşler günden güne kötüleşir ve sonunda tehlike ve yıkım gelir. İşte tam bu nedenle bilgeler güven içindeyken tehlikeden endişe eder. Elbette güven içinde olup da korkmayı bilmek çok zordur." (s. 12)
Elbette sorumlu insanlar korkmayı bilmelidir. Ancak korku içinde yaşamak zordan öte imkânsız gibidir. Çünkü korku insanları pasifize eder, hareket ve atılım kabiliyetlerini kısıtlar. Buna karşın endişe, varlıklarını muhafaza etmek için onları harekete geçirir ve çözüm üretmeye, çözüm için çalışmaya sevk eder. Eğer bu insanların öneri geliştirme, çözüm üretme imkânları kısıtlanırsa, bu kez gizliden gizliye dedikodu gelişir. İnsanlar çözüm üretmek için kullanmaları gereken enerjilerini dedikodu üretmek için kullanmaya başlarlar. Bu dedikodular öylesine büyür ki, dedikoduyu üretenler bile bir süre sonra söylenenleri gerçek sanıp bu kez korkmaya başlarlar.
Hata rabbanidir!
"İnsanların bakış açıları birbirinden farklı olabilir. Neyin doğru neyin yanlış olduğu kamuyu ilgilendiren bir konudur. Bazı insanlar kendi hatalarını duymaktan nefret eder ve kendi eksikliklerini savunur. Onlar hakkında yorum yapıldığında içlerinden kin beslerler. Bazıları da tartışmaktan kaçınacaklar ve birbirlerinin eksiklerini örtüp devlet işine zarar vereceğini bildikleri hâlde olduğu gibi devam edeceklerdir. Tek bir memurun duygularını çiğnememek için aniden on binlerce sıradan insana zarar verecek bir mesele ortaya çıkabilir. Bu gerçekten çökmüş bir devletin yönetimidir. Sizin bunu önlemek için çok dikkat etmeniz gerekiyor." (s. 14)
Bizim kültürümüzde bir deyiş vardır. "Hata rabbanidir, hatada ısrar ise şeytani!" Elbette insanlar çeşitli nedenlerle, bilgi eksikliği, yeteri kadar düşünmemek, bazı konularda acele etmek… gibi nedenlerle hatalı karar verebilirler. Böylesi bir hata yapıldığı takdirde önemli olan yaptığımız hatada ısrar etmemek, yeni bir çözüm üretmek için çalışmaktır. Sonuçta ortaya çıkan iş bizim başarımızı gösterecektir. İnat edip, hata da ısrar ise bizi büyütmez, aksine küçük düşmemize hatta zaman zaman alay konusu olmamıza yol açabilir.
Taizong'dan kibir uyarısı
645 yılında Taizong etrafındakilere şöyle der: "Antik çağlardan beri gelmiş geçmiş imparator ve hükümdarları okurken, birçoğunun kibir ve kendini beğenmişlik nedeniyle yenilgiye uğradıklarını gördüm. Bunu görmek için çok da eskiye gitmeye gerek yok. Jin Hanedanı İmparatoru Wu ve Sui İmparatoru Wen, Chen Hanedanı'nı yendikten sonra o kadar kibirli, savurgan ve kendini beğenmiş hâle gelmişler ki vezirleri onlara bir şey söylemeye cesaret edemez olmuş; yönetimde dağınıklık ve düzensizlik hâkim olmuş. Göktürkleri kontrol altına almamız ve Korelileri yenmemizden beri çölleri vilayet ve ilçelere dönüştürdük… Kibirli ve kendini beğenmiş olma korkusuyla kendimi sürekli kontrol altında tutuyorum. Sadece akşamları yemek yiyorum ve şafak sökene kadar oturuyorum. Göreve getirdiklerimin yönetime uygulanabilecek öğütlerini ve samimi ikazlarını her zaman aklımda tutuyorum. Benim gözümde siz öğretmenlerim ve arkadaşlarımsınız. Böylece belki de çağımıza barış ve uyum getirebiliriz." (s. 30)