Hacc günleri...

Zilhicce, yani Zülhacce ayındayız, adı üzerinde Hacc ayı... "Allah tarafından kabul edilmiş Haccın karşılığı ancak cennettir" Sevgili peygamberimiz (sav)... Hacc, Allah için çıkılan çok özel bir yolculuktur, belki tüm Hacılar aynı niyetle çıkıyorlar yollara, ama herkesin özde hikayesi diğerinden bambaşka. Sanki birer menkıbe güzelliğinde bu yola çıkış hikayeleri... Beytullah'da tanışmıştım S. Hanım mesela; genç yaşta dul kalmıştı, oğlunu kendi başına büyütmüştü, hasta babasıyla birlikte yaşıyordu, yazları tarlalarda domates, şeftali toplayarak gündelikçilik ediyor, güz geldiğindeyse belediyenin bir lavabosunda temizlik işleri yapıyordu. Kuruş kuruş parasını bir karınca gibi biriktirerek gelmişti Hacca. Elinde bir günlük, gittiği ziyaretleri tek tek not alıyordu, "okuyamadım ama okumayı çok seviyorum' diyordu. "Kimisi parasıyla, gücüyle gelir, kimisi de benim gibi gözyaşıyla gelir' diyordu. Böyle dediğine bakmayın, bir bayram çocuğu gibi neşeliydi sevinçten ağlıyordu, her adımında Allah'a hamdediyordu... Onun Haccını gökler tartsın, öyle güzel, öyle garip bir hanımdı...O Hacc ziyaretimde, Haccın bir yürüyüşler silsilesi olduğunu fark etmiştim. Tavaf'ta, Allah Teala'nın "Evim' dediği Beytullah'ın etrafında yürüyerek dönüyorduk... Sa'y'de Safa ve Merve Tepeleri arasında yedi kere yürüyorduk, aşağı yukarı 3,5 km. olan bu yürüyüşte, Kabe'nin kurucu annesi olan Hz. Hacer'e doğru yürüyorduk aslında... Mekke şehirlerin annesidir, Mekke'yi kuran da bir annedir. Selam olsun ona, onun yürüdüğü yoldan yürümeden Hacı olunamıyor, Hacı olmak bir annenin yolundan geçiyor. Sonra Arafat'ta, Mina'da, Müzelife'de hep uzun yürüyüşler içeresinde devam ediyordu Hacc ibadeti... Oradan oraya dökülen bir nehrin kolları gibi, Hacılar da bir vadiden bir vadiye, akıp yürüyorlardı... Allah'a yakınlaşma yürüyüşüydü hepsi de.Hacc'a giderken, ev halkı ve komşularıyla vedalaşıp helalleştikten sonra, insan sanki ahirete doğru yola çıkmış gibi oluyor. Her şey ve herkes ardınızda kalıyor. Ve derken, bin bir macerası ile büyük bir gerçekleştirme temsilinin içinde buluyor insan kendisini... Bir kere herkes ihrama giriyor. Günlük hayatta kravatlı, ceketli gördüğümüz erkeklerin, yalınayak ve beyaz ihramlar içine bürünüşleri, her zaman çok sarsıcı gelmiştir bana... Erkekleri ağlarken görmek, hıçkırıklarına tanık olmak, tavaf esnasında Kabe'nin kapısına tutunmuş epey uzunca boylu bir Afrikalı kardeşimizi, oradan koparmak istemişlerdi de, kimsenin gücü onu oradan uzaklaştırmaya yetmeyince onu orada bırakmışlardı, o kardeşimizin hıçkırıkları, duası, bir manyetik alan gibi beni sanki Kabe'nin duvarlarına çekiyordu. Evet, Kabe'nin etrafında tavaf edenlerin içinde, kalbi mıknatıslı olanlara rastlarsınız, sessizce küçük adımlarla tavaf eden iki kız kardeş veya belleri bükük ihtiyarların gayretle getirdikleri tekbirlerin arasına karışmak veya bir yağmur iniltisi halinde sessizce Kuran okuyan kadınların arasına girmek yahut dilini bilmediğin ama gönlünü Müslüman olarak elbette bildiğin insanlarla oturup kalkmak, her birisi de mucizevidir, orada gördüğünüz her şey nadir, müstesna bir çiçek kadar zariftir. Herkes birbirine o keskin sıcağın altında, serin zemzem suyu ikram eder... Bu, dünyanın en güzel hediyesidir ve o serin suyu yudumladığınızda, tadını sonsuza kadar unutamayacağınızı bilirsiniz, Zemzem'in bir ucu cennettedir çünkü... Çölün altında kaynayan bir denizdir o, sonsuzluk kevseridir...İhramdayken, insanlarla kavga veya münakaşa edemezsiniz, otları çiğneyip, çiçek kopartamazsınız, bir kelebeğe yanlışlıkla çarptığınızda, yere cansız düşmüşse, hemen Allah'tan özür dileyip, kurban bağışlamanız