Demokrasinin ölçütü olan okullar: İmam Hatipler...

Eğitim, hayal kuran ve merakları peşinde koşan her gencin hakkıdır. Bu hakkı, vatandaşlarına sağlayacak olansa devlettir. Ama bazen böyle gitmez işler. Pek çoğumuz için eğitim zorunlu olarak devletin vermiş olduğu bir hizmet olmaktan çok, uzun mücadeleler, badireler sonrasında ulaşılmış veya kazanılmış bir haktır...

Eğitim hakkı vesayet odaklarınca uzun yıllar gasp edilmiş, ertelenmiş veya kısıtlanmış nesillerin verdiği uzun hukuk mücadeleleri sonrasında ve siyaseten demokrasinin de kısmen olgunlaştığı bir ölçütte, kazandığımız hakların hikayesi örnek alınacak hayat hikayelerindendir. Biz bu süreçte şunu öğrendik: Demokrasinin kesintiye uğradığı yerde, eğitim hakkı da kesintiye uğramış demektir. Eğitim hakkının kesintiye uğradığı yerde, demokrasi de kesintilidir.

Demokrasi ve eğitim bağlamında düşündüğümüzde, yakın tarihte iki şey gelir çoğumuzun aklına; üniversiteye alınmayan başörtülü kız öğrenciler ile alan ve puan kısıtlaması yaşayan İmam Hatipliler... Oysa her ikisi de Anadolu insanının devlet sistemine olan güvencinin sübapı şeklindedir. Yani kızını, oğlunu okula gönderenler, devlete de güveniyorlardır zaten... Dolayısıyla yasaklar, engeller, kısıtlamalar, birey açısından tekinsiz, güvensiz, flu boşluklar açar... Ama işte bunları yaşadık biz...

İmam Hatipler, Anadolu insanının özlediği nesilleri, milli ve dini değerlerini kuşanmış gençliği, Türkiye sevdasıyla yanıp tutuşan ve ''kim var' dendiğinde, sağına ve soluna bakınmadan 'buradayım'' diyerek sorumluluk alacak yiğitleri yetiştirme gayesiyle kuruldu... Bu sıralarda

sözgelimi ÖNDER diye bir sivil dayanışma kurumunun; 'İyi bir eğitim herkesin hakkı' diyerek yola koyulmuş bir eğitim ve himaye çatısı olması herhalde tesadüf değildi. Sadece gençler için değil, Türkiyemizin geleceği için de çok anlamlıydı bu adım elbette. ÖNDER'in 1958 yılında, çok partili hayatın, tek partili siyaset dönemini geride bıraktığı ve kısmen özgürlüklere dayalı bir ortamın oluştuğu dönemde açılmış olması da rastlantı değildir sanırım.

Bir yandan hukuk mücadelesi veren bu kurumlar, diğer yandan insan yetiştirmenin derdinde oldular hep. İnsanoğlunu ''eşref-i mahlukat'' kılan en temel özellik, ''özgür irade''ye sahip olmasıdır. Allah kainatını yoktan var etti ve Kadir-i mutlak olarak bizi kendi varlığına muhtaç halde yaratmış olmasına rağmen, bizleri kendisine inanmaya zorunlu kılmadı. Kendisine inanıp inanmamak konusunda dahi, insana seçme hakkı verdi.

Özgür iradeyle gerçekleştireceğimiz çalışmalarda başarılı olabilmemiz için, her şeyden evvel ''adanmışlık ruhu''na ihtiyacımız var. Bunun için toplumuzun, milletimizin menfaatlerini, kendi menfaatlerimizin önüne koymak mecburiyetindeyiz. Kendimizi, yakın çevremizi gerektiğinde ikinci plana koyabilmeliyiz. Hangi sivil veya siyasi amaca hizmet ediyorsak edelim, mutlaka 'vakıf insan'lar olarak hareket etmemiz gerekir.

Vakıf insanlar dediğimizde, pek çok güzel örneğimiz var, bunların sadece birisinden bahsetmek bile ufkumuzu açacaktır.