Kaptakinin miktarı mı kabın miktarı mı

Bilmek olmaya yetmez. Bildiğimiz her şeyi yapamıyor yahut yapmıyor oluşumuz buna delildir. Yapmamız gerektiğini bildiğimiz halde yapmadıklarımızı, yapmamamız gerektiğini bildiğimiz halde yaptıklarımızı şöyle bir aklınıza getiriverin, mevzu anlaşılır.Bilmenin olmaya yetmediği hususunda nasibi olan herkes mutabıktır gerçi; ihtilafımız bildiklerimizi ne yapıp da yapabileceğimiz noktasındadır. Nasibi olan Burası mühim. Zira olmak için olmanın ne olduğunu ve kendisinin olamadığını bilmek icap eder. Ancak olmaya dair kanaat sahibi olanlar olamadıklarının farkındadır, dolayısıyla bilmenin olmaya yetmediğinin Bu bir nasiptir işte. Allah bir kulu hakkında hayır murad etti mi ona eksiklerini seyrettirir buyrulmuş ya, bu sözden maksad biraz da budur belki. Eksikliğini seyrettikçe olamadığını fark eder insan, fark ettikçe bilmenin olmaya yetmediğini bilir. Buradan da bir soru çıkar: Peki nasıl olunur Bu hususta nasibi olmayanlar bildiklerinin kendilerine yettiğini düşünürler ve bilmenin olmaya yettiğini. Bildiklerini yapabildiklerine dair garip bir zanları vardır onların. Bildikleri için olduklarını zannederler, zaten oldukları için de nasıl olunur diye bir meseleye ihtiyaçları yoktur!Bilmelerin en güzeli insanın olamadığını bilmesidir. Buradan daha iyiye, daha doğruya, daha güzele bir yol açılır. Allah bir insana olamadığını fark ettirmişse, o insanı olma yolculuğuna çıkarmış demektir. Ne olur, ne kadar olur, ne zaman olur; bunlar gayret, istidat, imkan ama en çok da nasip meselesidir. Olma yolculuğu olamadığını bilmekle başlar; olamama durağında oldum zannetmekle inilir.İnsanlar bu hususta kabaca üçe ayrılır: Bilmenin olmaya yettiğini zannedip olmak diye bir derdi olmayanlar, olmak için bilmenin yetmediğini bilip başkaca bir bilginin olasıya ardına düşenler, bilmek ve olmak diye bir meseleleri hiç olmayanlar. İlk sınıf nispeten mutludur, arada bir içlerine inceden bir sızı düşer, ama onlar acabanın kapısını alelacele kapatırlar; hazır olmuşken olamama ızdırabına davetiye çıkarmanın alemi yoktur diye düşünürler, konfor mühimdir zira! Üçüncü sınıf mütemadiyen mutludur. Huzur başka bir şey diyeceksiniz, olsun. Onlar mutludur, vitrinleri keyifle seyrederler, hafta sonu buluşmalarında şen kahkahalar yükselir masalarından, başlarını yastığa koyar koymaz keyifle dalarlar uykuya. İlletli olan ikinci sınıftır. Derdi bitmez onların, dermanları derttir. "Evvelâ derdi kazanıp, sonra gel derman ara Bahr-i aşkı nûş edüben âbı yok umman ara" diye çıkarlar yola, "Derman arardım derdime derdim bana derman imiş" diye devam ederler, "Arar idim Allah'ı buldum ise ne oldu Ağlar idim dün ü gün güldüm ise ne oldu" derler de yine bitmez dertleri. Okurlar, evlenirler, çocuk büyütürler, çalışırlar, insanların arasına herkes gibi karışırlar ama kalplerinde bir sızıyı her an daha da büyüterek, uzaklara boş boş dalarak, içli içli ah çekerek büyütürler: "Çıkan olsun dil-i mecruh peykân olmasın yâ Rab" Enteresandır bu olma hikayesi. Her insanın bir sadrı, mikdarı,