Hatasız kul olmaz

Şahane ifadedir; zira kul olmak hata yapmayı icap ettirir. Eksik ve noksan sıfatlardan münezzeh olmak bir tek sübhan olan Allah'a mahsustur. Evliyanın en büyüğünün bile hatası, peygamber-i ekberin dahi zellesi vardır. Velilerin mahfuz oluşlarına, nebilerin masum oluşlarına rağmen hata ve zelle sahibi olmaları O'nun sübhanlığının şanındandır. Bu şan insanoğlunun babası Adem'in a.s. ilk zellesi sebebiyle cennetten dünyaya gönderilmesi hadisesiyle perçinlenmiştir. Madem ki burası dünyadır ve madem ki biz kuluz o zaman mayamızda hata yapma temayülünün var olduğunu itirafa mecburuz.Allah bir insanın hakkında hayır murad etti mi ona hata ve kusurlarını fark ettirirmiş. Fark edilen hata, tevbe ve bir daha yapmama iradesi ile birleşti mi, insanı kulluğa bir adım daha yaklaştırır. Bunu tam tersinden okumak da mümkündür sanırım: Allah bir kulundan yüz çevirdi mi o kul hata ve kusurlarını görmez olur. Bu görmeyiş daha büyük hatalara kapı aralar, derken büyük hatalar bile göze küçük gelmeye başlar ve insan kulluktan uzağa düşer. Bir Allah dostuna "efendim filancanın şöyle şöyle kusurları var" denildiği zaman buyurmuşlar ki: "Onun asıl hatası bu söyledikleriniz değildir; o yaptıklarının hata olduğunu kabul etmez, işte bu büyük bir hatadır!"Yaptığınızı kabul ettiğiniz hatadan dönmeye gayret edersiniz, tövbesinin ardına düşersiniz, bir daha yapmamak için gayret edersiniz bütün bunlar sebebiyle de bir lütf-u ilahi zuhur ederse, nasip olur o hatadan kurtulursunuz. Ama yaptığı hatayı fark etmeyen, dahası bunun hata olduğunu itiraf edemeyen, o hatadan nasıl yüz çevirecek ve neye tövbe edecek ki Buradan bakınca kulu Allah'a yaklaştıran yahut uzaklaştıran yaptığı hatalar değil o hataların farkına varıp varmaması ve pişman olup olmamasıdır diyebiliriz, sanırım."Çeşm-i insaf kadar kâmile mîzan olmaz Kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz"Kişi kendi hata ve noksanları ile meşgul olmaya başladı mı elin kusur ve kabahatlerini gör-e-memeye başlar. Hem nazarı içe çevirdiği için dışarıyı görmeye vakit bulamaz hem de kendisinin neler yaptığını bildiği için başkasını teraziye çıkarma hadsizliğine düşmez; haydi düştü diyelim, yargılarken insafı elden bırakmaz. Burada da tam tersini söylemek mümkündür: Kişi başkalarının eksik ve noksanını seyretmeyi âdet haline getirdiği vakit kendi hata ve kusurlarını görmez olur. Görse de 'başkalarının yaptıklarının yanında benim hatalarımdan ne olacak ki' deyip hatasını küçük görür, nefsini temize çıkarır ve oldum zanneder. Halbuki, oldum demez olanlar, buldum demez bulanlar, bildim demez bilenler!Başkasının hatasını görmemek velilerin ve onların yollarında istikamet üzere yürüyenlerin kârıdır. O hatayı hem görüp hem afişe etmek haddini aşanların eğlencesidir. Başkasının eksik ve noksanını görmek ve hiç vazifesi değilken o hatayı afişe etmek bir de üstüne kendini dinin sahibi gibi görüp hata sahibini yargılamak, şeytanın maskarası olmuş kişilerin kartvizitidir. Hele bu yargılama ve afişe etme işini yaparken üçüncü şahısların tezviratlarından hareketle,