Bayram o gün değilse ne gün ola

Yaşı ellilere yaklaşan bir dostum ihtiyarlığı insanın vücudundaki organların yerini bilmesidir diye tarif etmişti. Kırkların ortasına merdiven dayadığım şu günlerde o dostumun tespitine iyiden hak verir oldum. Kırklar derken yaşı kastettiğimi ricâlu'l-gayb'den bahsetmediğimi ifade etmeme bilmem gerek var mıİnsan yirmilik bir delikanlıyken doktora gittiğinde elini karaciğeri hizasında tutarak 'bağırsaklarımda sancı var doktor' diyebiliyor ama yaş ilerledikçe safra kesesi ile pankreasın arasındaki farkı bile ayırt ederek, rahatsızlığını nokta atışı tarif edecek tecrübeye ulaşıyor. Hastanelere gide gele, bende olmaz dediği cümle hastalıkları kendisinde göre göre, yaşayarak biliyor, tecrübe ederek öğreniyor insan.Yaşlanmaya başladığınızı sadece azalarınızın yerini kamilen bilmekle değil başka yerlerden de fark ediyorsunuz. Radyoyu açtığınızda dinleyecek şarkı bulamıyorsunuz mesela, yahut dinlediğiniz şarkıları kimlerin söylediğini bilmiyor, yanınızdaki gençlerin taaccüple 'aaa nasıl bilmezsiniz' deyişlerine şaşırarak vaktiyle babanızla aranızda geçen diyalogları hatırlayıp tebessüm ediyorsunuz. Gençliğinizin artistleri, siyasetçileri, meşhurları bir bir göçmeye başlayınca dünyadan, ne oluyor yahu diye şaşırmanız da yine aynı şekilde size sizden haber veriyor. Ama konumuz yaşlanmak değil, burada duralım.İnsanın neresi acıyorsa kalbi orada atıyor ve attığı her adımda, yediği her lokmada, durup kendisini dinlediği her anda canının acıdığı yere gayri ihtiyari dikkat kesiliyor. Beli ağrıyan bir kişinin bütün vücudu neredeyse belden ibaret olur; uyumaktan oturup kalkmaya, yürümekten eğilip yerden bir şey almaya varıncaya kadar bütün gündemini beli belirler diyeyim de anlaşılsın mesele.İnsan yaş aldıkça azalarının yerini öğrenedursun, seksenine merdiven dayayan doktorların bile yerini bilmedikleri bir organ var insan vücudunda: kalp. Kalp derken damarlara kan pompalayan organdan değil, efendimizin "Vücutta öyle bir et parçası vardır ki o düzgün olursa bütün vücut düzgün olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin o kalptir." buyurdukları kalpten bahsediyorum."Sanma ey hâce kim senden zer ü sim isterlerYevme lâ yenfeu'da kalb-i selîm isterler"Bedenle işlenen günahların haricinde kalan kibir, ucub, riya, gurur, benlik, haset gibi cümle kötü ahlaklar kalple irtibatlı. Bütün amellerin kendisiyle anlam kazanıp maya tuttuğu niyetin merkezi yine kalp. Dudağımızdan çıkan söz kalbimizde olanın ifadesi oluyor ve söz dudağımızdan kalbimizin suretine bürünerek çıkıyor. Kalp doğruysa ayak eğriye varmıyor, kalp güzelse göz çirkinle meşgul olmuyor, kalp iyiyse eller kötü iş işlemiyor, hep kalp, hep kalp, hep kalp! İşte o kalp tasfiye edilmedikçe, Hakk'a mekan olmadıkça, selîm olmayı beceremedikçe, kalp sahibinin cümle işleri yanlışa meyyal, çirkine müştak ve kötüye yakın olmaya mecbur kalıyor.Vücudundaki organların yerini doğru ifade edebilmek nasıl ki yaşlanmanın emaresi ise kalbinin yerini bilmek de kemâlât