Siyaset üretemeyen Türkiye!..

Türkiye Osmanlıdan beri birbirinden kopuk mahallelerden oluşuyor. Cumhuriyetle birlikte çeşitlilik azaldı ama kopukluk devam etti. Bir tarafta yeni rejimin sahipleri ve diğer tarafta rejimin çizgi dışı gördükleri.

Burada derin analizlere girecek değilim çünkü bunların çoğu bugün anlamsızlaştı.

Bugün Türkiye'de bir 40 yaş üstü ve altı ayrışması söz konusu. Aslında doğru politikalar üretebilsek bu farklılık Türkiye'yi uçurabilir çünkü 40 yaş altı grubun öncelikleri eskilerden oldukça farklı ve çatışmadan daha uzak. Bu kitle için din de etnisite de birinci sırada gelen değerler değil. Fakat siyasilerimizin çoğu bu kitleyi manipüle edebilmek için her yolu deniyor ve maalesef bu kitle içinde önlerine sunulan her yemeği kabul etme eğiliminde olan geniş bir kitle var. Bu da bir umutsuzluk sebebi.

Diğer bir ayrım ise 22 yıllık uzun iktidar döneminde sosyo-ekonomik olarak ortaya çıktı. Türkiye aslında görece geçmişten daha fakir ama fakirlik algısı değişmediği için fakirler kendilerini fakir olarak görmüyor.
Çelişkili bir cümle oldu sanırım; fakir ama fakirliğinin farkında olmamak, nasıl olabilir ki

Aslında çok basit benim çocukluğumda fakirlik demek un, yağ, şeker velhasıl temel ihtiyaçlara kolay kolay ulaşamamak, doktora gidememek vs. anlamına gelirdi. Bugün ise çok şey değişti, fakirlik de çıta atladı. O sokak röportajlarında o çok kızılan "çıkarsana o telefonunu!" diye kükreyen amcalar, teyzeler hala dünyayı ve fakirliği o gözle görüyor!..

Sofrada ekmek, zeytin, peynir vs; akşama da pilav-nohut-fasulye varsa elhamdülillah. O yüzden, akıllı telefona sahip olmak bir zenginlik göstergesi. Onlar da benim ailem gibi muhtemelen evine sabit telefon bağlayabilmek için üç-beş sene sıra bekledi, kolay kolay doktora gidemedi.

Zaten kitap okumak, sinemaya gitmek, bir restoranda ailece yemek yemek, tatile çıkmak lüks şeyler Ve çoğu öyle ya da böyle kafayı sokabilecek kıytırık da olsa bir konuta belki de ikinci-üçüncüye sahip, kira derdi yok. Bu nedenle çok da takmamak lazım emekliler aç haberlerine!

Türkiye'de gerçek anlamda kitap okuyucusu sayısı 10-15 bini geçmez. 80 milyonluk bir ülkede popüler kitaplar dışında basılan kitapların alıcısının birkaç bini bul(a)maması ve ne kadar iyi olursa olsun ikinci baskıyı görememesinin başka izahı yok.

Hani övünüyoruz ya; Almanya'ya karşı şu kadar üniversite öğrencimiz var diye.

Eminim kâğıt üstünde üniversite mezunu sayımız Almanya'yı üçe beşe katlamıştır ama getirisini sorarsanız; kocaman bir soru işareti

Nedense Türk toplumu bu süreçte siyaset üretme becerisini de kaybetti.

Dünden bugüne sosyo-ekonomik olarak devrolan orta ve üst sınıf Ak Parti ile merkeze gelen kitleyi bunca yıl geçmesine rağmen hala kabullenebilmiş değil. Anlamıyor ve anlayacak gibi de değiller çünkü kendi doğrularına o kadar inanıyorlar ki dönüp kendilerine bak(a)mıyorlar bile "neyi yanlış yapıyoruz" diye.

Bir de buna asırlık etnik, dini, ideolojik körlüklüklerimiz de eklenince ortaya traji-komik insanlık manzaraları çıkıyor.

Bu traji-komik manzaraya tek bir örnek vereceğim. Türkiye'nin çoğunluk muhafazakâr kitle (en azından sözcüleri düzeyinde) Alevileri İslam dışı ve zındık olarak görme eğiliminde ama AİHM'in "Alevilik farklı bir inançtır" kararına ise "Alevileri İslam'ın dışına çekmeye çalışıyorlar" diye en fazla onlar itiraz ediyor.